
Her insanın giyinmeye ihtiyacı vardır elbet. Kendi mahremlerini başkalarından sakınmak gelir ilk akla giyinmek denilince. Daha sonrasında soğuktan veya sıcaktan korunmak ve modayı takip etmekle devam eder giyinme amaçlarımızı. Peki ya büründüğümüz beden? Hiç de basit olmayan bu koskoca ruhu bu benliği kaplayan basit bir et parçası. Nihayetinde ruhun özgür olması gerekmez mi? İstediği yere süzülmesi istediği yerde bulunması gerekmez mi?
Pekala, da öylelerdi. Yaratılışın ilk zamanlarında ruhlar özgürdü, istedikleri yere süzülebiliyor istedikleri yerde bulunabiliyorlardı. Elbette ki birkaç zaman sonra sapmalar boy göstermişti. Bazı sapkın ruhlar toplulukları rahatsız ediyor onların kaybolmasına neden oluyordu. Buna yetileri yoktu tabi ama bunu yapacak güçleri vardı. Öyleyse neden kullanmasınlar ki? İnsan iradeli bir canlı olarak yaratılmıştı. Haliyle iyi kötü ayırt etmeksizin canı ne isterse onu yapıyordu. Yaratılışın ilk dönemlerinde de değişen bir şey yoktu demek ki. Küçük topluluklar halinde yaşamını sürdüren bu ruhlar yavaş yavaş yok olmaya her biri ayrı kenarlara savrulmaya başlamışlardı. Nihayetinde duruma el atıldı. Konsey toplandı ve daha önce hiç başvurulmamış bir yöntemi ele aldılar. Sapkın ruhları hapsetme fikrini kararlaştırdılar ama nasıl? Sonuçta zincirlere vurulamaz dört duvara kapatılamazdı bu üstün mahlukatlar. Bu sefer konseyinde kafası karışmıştı. Hiç kimse bilmiyordu ne yapacaklarını. Bir bilgin bir anda sözlerini kesti. “Ben biliyorum” diyerek daldı konuşmaya tüm bildiklerini anlattı. Daha öncesinde düşünülmüş böyle bir yöntem ama ne yaparlarsa yapsınlar olduramamışlardı. Bilgin yapmaktan zarar gelmeyeceğini açıkladı ve sapkınlardan birinin kandırılarak buraya getirilmesi halinde bu yöntemi deneyebileceğini söyledi. Bu merhamet duygusundan aciz ruh orda durmuş pişkin pişkin bakıyordu Bilgin’in suratına. Birden ayin başladı kilolarca toprak ve su karışımı bulamaç yere serildi. Pişkin bakışlar bir anda endişeye dönüştü, ilk defa acıyı hissediyordu bu ruh. Bulamaç birden kaplamaya başladı vücudunu ve kısa bir süre sonra sertleşti. Artık bir vücudu vardı bu özgür ruhun yerine sabitlenmişçesine hareket edemedi. Yürümeyi bile bilmiyordu haliyle yere serilmiş doğrulamıyordu bile. Birkaç dakika sonra ruh olup biteni anlamış ve şoku atlatmıştı. Ruhunu özgür bırakmak için dış tarafındaki bu yumuşak ama sert yapıyı parçalamaya çalıştı. Ama hareket ettiremedi kendini, kalkamadı ayağa. Kendini yerden yere vurmaya başladı fakat hissettiği feci bir acı hariç hiçbir şey değişmedi. Doğrulmaya çalıştı ve birden yere çakıldı. Hareketsiz bir şekilde yerde uzanır vaziyette duruyordu. Seslendiler hareket etmedi göz ucuyla bile bakmadı. Gözleri açıktı fakat görmüyordu sanki. Birden beyin ruhtan ayrıldı. Başarısız olduklarını düşündüler. Fakat ruh gökyüzüne doğru yükselerek yok oldu. Bu durum karşısında herkesin dili tutulmuştu. Nihayetinde fısıltılar başladı. Korkmuşlardı. Konsey bu ruhun kaybolmasını -yani yok olmasını- önemsiz bulacak ki bu yöntemi süreklileştirme kararı aldı. Sapkın ruhların bundan haberleri yoktu tabi. Kısa bir sürede her ruhu farkı biçimlere -ki bu farklı suretlerlerin nedeni ayin sırasındaki kişisel farklılıklar- farklı bedenlere soktular. Böylelikle diğer ruhlara karşı bir bozgunluk yapamıyorlardı artık. Gel zaman git zaman artık bu bedenler içerisinde yaşamayı öğrenen ruhlar birden fazla farklı topluluk kurdular ve artık kendi ihtiyaçlarını gidermek üzere çalışmaya başladılar. O ilk günkü yaşananlardan hâlâ korkuyorlar ve canlarını her şeyden çok korumaya çalışıyorlar, zor işler altına girmiyorlardı.
Bir gün kimsenin adını koyamadıkları bir olay gerçekleşti. Anlam veremiyorlar, anlatmaya çalışsalar konuşamıyorlardı. Ama bu büyük felaketin sonucunda özgür ve “iyi huylu” tüm ruhlar dört bir yana savrulmuş ve kaybolmuşlardı. Sadece tutsak ruhlar bedenleri sayesinde bu büyük felaketten kurtulabilmişti. Bu seferde bedene sahip ruhlardan bazıları diğer insanları rahatsız etmeye başlamışlardı. İnsanın bu akıllanmayışı iradesini sürekli kötüye kullanması yaratılışın ilk zamanlarından beri devam ediyor.
Kirpi Edebiyat ve Düşün Dergisi olarak öyküsü için Hacı Sabancı Anadolu Lisesi Yaratıcı Yazarlık Kulübü Öğrencilerinden 9F Sınıfı Sümeyye ÜZER‘e teşekkür ederiz.
Bir cevap yazın