
“Yine bir sonbahar akşamı; her zamanki yaptığım aktiviteleri yaptığım, hayatımda değişen takvim yapraklarının dışında hiçbir şeyin değişmediği bir günün son saatleri. Bu sıradan hayat ne zaman son bulur bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var: Geçmişi değiştiremem. Geleceğim için de bir planım yok gerçi. Verdiğim bir söz, hayalini kurduğum, çabaladığım hiçbir şey yok. Aslında var sayılır belki de ama ben buna eskisi kadar değer vermiyorum sanırım. Böyle değildim hayalleri olan bir çocuktum ben. Gündüzleri arkadaşlarımla oyun oynar, akşamları da hayallerim için çabalardım-o zamanlar doktor olmak istiyordum- çünkü durum ne olursa olsun pes etmemeyi babamdan öğrenmiştim. Orta okulun sonuna kadar günlerim böyle geçerdi. Mutluydum kesinlikle, beni sevdiğini hissettiğim sıcak insanlar vardı etrafımda.”
O bu satırları yazarken kapı zili çaldı. Ev sahibi Bay Henry olmalıydı bu. Her zaman bu saatlerde bir şeye ihtiyacı olup olmadığını ve nasıl olduğunu sorardı. Ortaokulda başarısından dolayı kendisine burs vermeye başlayan bu adam, ailesini kaybettikten sonra da onu evlat edinmişti. Eski ve bilinen bir cerrahtı bu adam. Üniversiteye geçene kadar Bay Henry ve kızıyla yaşamıştı. Üniversiteye geçince de yine beraber yaşadıkları apartmanından bir dairesini ona vermişti. Bir baba figürü olarak gördüğü bu yaşlı adam ve kız kardeşi olarak gördüğü kızı onun bu hayatta sahip olduğu tek kişilerdi.
Kapıyı açmak için yerinden kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açtığında karşılaştığı kişi Bay Henry değil kızı Bayan Evelyn’di. Onu görünce her ne kadar sevinse de şaşırmıştı. Günün bu saatlerinde genellikle çalışıyor olurdu. Oldukça telaşlı bir şekilde Bay Henry’nin ev telefonunu aradığında ona ulaşamadığını ve kapısını çaldığında da açan olmadığını söyledi. Her halinden belliydi, aşırı korkmuş görünüyordu. Bayan Evelyn bunları söylerken o son zamanlarda Bay Henry’i ihmal ettiğini fark etti. Eskiden Bay Henry ile daha fazla ilgilenirdi. Bay Henry onun için hâlâ çok önemliydi fakat o gerçekten artık neyin önemli olup olmadığını umursuyor muydu? Eskiden iyi bir doktor olup mutlu etmek istediği adamı unutmuştu.
Bayan Evelyn ile beraber eve gitmeye karar verdiler. Bay Henry ona her zaman evin anahtarını verirdi bu nedenle eve girmelerini zorlaştıracak bir şey olmadı. Sakin adımlarla eve girdiler fakat karşılaşacakları durumu bilmemeleri onları daha çok ürkütüyordu. Bu saatlerde dışarı çıkmıyorsa çalışma odasında olmalıdır diye düşündüler. Yavaşça çalışma odasının kapısına doğru yürüdükleri anda yatak odasından bir ses duyuldu. Hızlı bir kapı veya pencere çarpması gibiydi bu ses. Hemen büyük bir telaşla oraya doğru yöneldiler. Bayan Evelyn’in tüm vücudu sarsılıyordu. Sanki duyacağı herhangi bir haber onu gözyaşlarına boğacaktı. O ise ne düşündüğünü bilmiyordu. Son zamanlarda geriye kalan birkaç duygusu da bir çuvala atılıp uzaklara doğru fırlatılmış gibiydi.
Yatak odasına girdiklerinde sadece açık bir pencere vardı. Sesini duydukları şey bu pencerenin çarpıp tekrar açılması olmalıydı. Bunun üzerine tekrar çalışma odasına gittiler. Çalışma odasına giderken ev artık daha soğuk, daha karanlık, daha ürkütücüydü. Kapıyı açtıklarında ise bunun sebebini artık anlamışlardı. Bayan Evelyn titreyen ellerini üzerinden yaşlar süzülen yüzüne doğru götürdü ve ağlamaya başladı. O ise ne tepki vereceğini bilmiyor gibiydi ya da tepki veremiyordu. Hayatında onun için çok önemli olan, ona babalık yapan ve ona her şeyini veren bir adamın cansız bedeni karşısında duruyordu şimdi. Ama bir tepki veremiyordu buna. Bayan Evelyn ağlayarak cesedin yanına yaklaşmış ve ona sarılmıştı. O ise hâlâ kapıda duruyordu. Şoktan mıydı yoksa artık gerçekten tüm duygularını yitirdiğinin acı bir göstergesi miydi bu? Cesede doğru ilerlemeye başladı. Cesede yaklaştığında cesedin altında üzerlerinde “Kızım Evelyn’e” ve “Kızım Junia’ya” yazılı iki mektup gördü. Cesede son kez bakıp titreyen ellerle ve ağlayan gözlerle mektupları aldı. Aylar sonra ilk defa gözlerinden yaşlar akmıştı. Yitirdiğini sandığı tüm duygular kendini göstermeye başlamıştı. Yere doğru eğilip şimdi sahip olduğu tek yakını olan biricik kız kardeşine sarıldı. Uzun bir süre öylece sarılarak ağladılar.
Bay Henry’nin ölümünün ardından aylar geçti. Acısı dinmemişti -dinmezdi belki de- ama eskisi gibi değildi artık. Her şey değişmişti o günden sonra. Aylar sonra devam etti o başladığı yazıya. Bu sefer çok daha farklıydı her şey. Mevsim ilkbahardı, günleri ilk yazısındaki gibi de değildi. Duyguları bir kavanoza sıkıştırılmış, durgun ve donuk bir yaşam sürdüren kızdan eser kalmamıştı. Bu değişim onu mutlu ediyordu fakat hâlâ küçük bir çocuk gibi korkuları ve endişeleri vardı. Bu korkuları ve endişeleri bir gün değişecekti elbette. Ama korkuların ve endişelerin her zaman yaşamının bir parçası olacağını öğrenmişti. O yüzden bunlara takılmamalı ve hedeflerine odaklanmalıydı şimdi. Çünkü yaşadığı o acı kayıp onun için hayatın son bulmasına neden olmamıştı. İyi bir doktor olmak ve başladığı bu yazısını tamamlayıp yayınlamak öncelikli hedefleriydi. Çabalıyor ve şimdi çok uzaklarda olan manevî babasının onun bu halini görüyor olmasını diliyordu.
Kirpi Edebiyat ve Düşün Dergisi olarak öyküsü için Hacı Sabancı Anadolu Lisesi Yaratıcı Yazarlık Kulübü Öğrencilerinden 9F Sınıfı Tuana Su GÜNGÖR‘e teşekkür ederiz.
Bir cevap yazın