
Küçük bir köy, dağların eteğinde sessizce uyurken geceyi bir fırtına böldü. Gökyüzü şimşeklerle aydınlanıyor; rüzgâr, ağaçların dallarını hiddetle sallıyordu. Köylüler endişeyle pencerelerinden dışarı bakıyor, neyin geleceğini bilmeden dua ediyorlardı.
Fırtınanın ortasında, genç bir çoban Ali, koyunlarını aramak için dağ yoluna çıkmıştı. Her adımında yağmur tenine çarparken, derin bir uğultu duymaya başladı. Ses, onu eski bir mağaraya yönlendirdi. İçeri girdiğinde, mağaranın duvarlarında parlayan mavi ışıkları fark etti.
Bir taşın üzerinde antik bir yazı duruyordu:
“Doğa, sırlarını açar; yeter ki onun dilini anlayasın.”
Ali, taşı eline aldığında birden bire fırtına durdu. Gökyüzü açıldı, köyün üzerine sakinlik çöktü.
Ali, taşın yalnızca doğayı anlamak ve korumak isteyenlerin eline geçmesi gerektiğini anladı. O günden sonra köye fırtına hiç zarar vermedi. Ali’nin sırrı, doğanın dilini öğrenmek isteyenlere bir efsane olarak anlatılmaya devam etti.
Kirpi Edebiyat ve Düşün Dergisi olarak öyküsü için Hacı Sabancı Anadolu Lisesi Yaratıcı Yazarlık Kulübü Öğrencilerinden 9F Sınıfı Ömer KANTAR‘a teşekkür ederiz.
Bir cevap yazın