Sabahın sükûneti Gaziantep’in üzerine bir seher yeli gibi narince iniyordu. Karataş ilçesinde, ağaçları gölgeleyen binalar, kaç günden beri ilk defa uzun ve soluksuz bir uykunun keyfini çıkarıyordu. Otuz günlük bir ritüelin son kısmına gelinmişti, Ramazan bayramı. Çocukların, Barış Manço’nun ‘’Bugün Bayram…’’ şarkısı eşliğinde uyandıkları, annelerin gözlerindeki çapakların huzurunda bütün ev ahalisini uyandırıp, o nefis; sucuklu yumurtaların, fırının kokusu üzerine damgalanmış simitlerin, elma dilim patateslerin, dumanı sabahın soğuğunda tüten çayları hazırladıkları, babalarında sonunda yataktan kalkar kalkmaz tütünü kurumuş bir sigara yakabileceğinin tadına doyulmayan mutluluğun belirtisidir bayram sabahı…
Memo’nun odasında beyaz tahta çerçeveli camın içerisinden süzülen soğuk rüzgar esintisi sabahın habercisiydi… Karataş’ın bekçileri olan sokak köpekleri tüm mahalleye, havlamaları eşliğinde mutluluklarını dile getiriyordu. Memo’nun annesi Sakine hanım, erkenden saatini kurmuş, lavaboda yüzünü buz gibi suyla yıkayarak uyanmaya çalışıyordu. Babası Şerif bey ise, yayları hafif çökmüş, eskimiş tahtalı yatağın üzerinde beyaz atleti ve mavi beyaz çizgili eşofmanı ile oturuyordu. Kaç günden beri hayalini kurduğu bu anın, tadını çıkarıyordu. Bayram namazı olduğu için ailecek erkenden yatağın yolunu tutmuşlardı. Şerif bey ise yatmadan önce ucu hafif sararmış bıyıklarını usturası ile düzelttikten sonra ertesi gün için büyük bir zevkle, babasından kalma teneke adlı sigara saracağı ile birkaç dal hazırlamıştı. Ardından onları yatağının yanına konaklamış olan komedine, buzdolabı poşetinin içine koyup yerleştirmişti… Şimdi de onları, Sakine hanımın onu uyandırmasından sonra, tüttüre tüttüre içiyordu.
Şerif bey, sigarasının yarısına geldikten sonra Sakine hanım içeriye girdi. Adımını atar atmaz yüzünü ekşitmeye başladı. Sigaranın evin içerisinden içilmesinden çok rahatsız oluyordu… Birde o sarılmış sigaranın külü yatağın üzerine düşünce kan beynine sıçrıyordu.
‘’Şerif, içmeyi versen şu cigarayı sabah sabah…’’ diye sitemini iletiyordu Sakine hanım. Şerif bey, kaç günden beri beklediğim bu günü hiç kavgayla gürültüyle geçiremem diye içinden içinden sayıklayarak, bacak bacak üstüne atarak sigarasını tüttürmeye devam ediyordu. Sakine hanım kocasının bu umursamaz tavrına sessiz kalarak, burnundan birkaç kere öfleye pöfleyerek cevap verdi. Gece yatmadan önce ütülediği ve özenle seçtiği, beyaz renkli, kenarları nazar boncuklu eşarbını dolaptan çıkarıp bağlamaya başladı. Şerif beyde sigarasından son fırtını alarak, pırıl pırıl parlayan küllüğün üstüne söndürerek başını hiç çevirmeden hanımına seslendi.
‘’Memo uyandı mı?’’
‘’Yok. Debeleniyor yatakta sıpa.’’
‘’Ben gidiyim de bir suya giriyim. Sen de şu sıpayı uyandır.’’
‘’Şerif. Sıcak su yoktur, haberin olsun.’’
‘’Niye? Gene mi kestiler suyu?’’
‘’Faturayı yatırmamışsın gene, dün kosmerler geldi, söylediler.’’
‘’Kosmer değil de onlar Sakine. Sen şu Memo’yu uyandır da namaza yetişek bari.’’
‘’Tamam. Gömlekle, kumaş pantolonunu buraya bırakıyorum, arama sonra.’’
‘’Yav tamam Sakine!’’
Şerif bey odasından çıkarken, yine hüzünlenmişti. Güzelim bayram sabahını, borç harç düşünmekle geçiriyordu. Şerif beyinde hayalleri vardı, küçük bir atölye açıp orda patron olacaktı. Çayını çırak değil de, çaycı getirecekti. Çay ocağı olacaktı atölyenin. Oraletinden, Türk kahvesine kadar her şey olacaktı. Odasındaki bir duvarda tamamen cam olacaktı. Oradan işçilerine bakıp, sigara tüttürecekti. Oh, ne güzel hayaller diyerek yüzünü kuruladı Şerif bey. Beyaz, pürüzleri dökülen havlusunu astıktan sonra evin dar koridorunda sağ sola baktı Memo gözükmüyordu.
‘’Lan Sakine bu çocuk uyanmadı mı hala?’’
‘’Uyandı Şerif uyandı.’’ Diye beyine seslendi. Ardından kısık bir sesle’’ Oğlum giysene şu üstünü, bak küçük adamlar gömlek giymez daha. Hadi Memo üzme anneni.’’
Şerif bey, bunları duyduğunda içi burkulmuştu. Oğluna, güzel cimbom amblemli bir gömlek dikecekti… Paraya sıkışmışlardı şu son günlerde… Okul elbiselerini tedarik eden konfeksiyoncu ile anlaşmıştı bu yüzden. Etekleri o yapacaktı. Kendilerine iki üç ay yeterdi bu iş. Parayı da Kadir gecesi alacaktı, Çetin beyden. Kadir gecesinde gittiği vakit, konfeksiyonun önünde bekleyen iki adam duruyordu… Biri çaycı diğeri de ustabaşı. Yanlarına vardığında karanlıktan gözükmeyen biralarını fark etti. ‘’Ne oldu, hayırdır?’’ diye sorduktan sonra ustabaşı birasını dikleyip, ağzının kenarında kalan damlaları kareli gömleğinin kolu ile silip, kafasını Şeref beye doğru kaldırdı. ‘’Orospunun evladı çekip gitmiş.’’ İşittiği küfürün etkisindeyken, ‘’Kim çekip gitmiş ya?’’ diye ürkek bir sesle sordu. ‘’Orospu çocuğu Çetin.’’ Diyerek birasındaki son yudumu fondip yapıp, teneke kutuyu sokağa doğru fırlattı Aklındaki bütün düşünceler, hayaller… Sonunda paketli bir şekilde alabileceği sigara… Oğluna beş değil de on lira… O da değil yirmi lira verecekti bu bayram… Hepsinin içine etmişti Çetin denilen adam. Önceden de bu tür kazık yemelere alışık olduğu için üstüne gitmedi olayın. Niye gitti? Neden? Bütün patronlar gavat mıdır? Diye sormadı. Konfeksiyonun yarı açık kapısından içeriye doğru baktı, bomboştu. Birkaç gün evvel onlarca işçi çalıştıran… İki işçiye bir dikiş makinası düşen yerde bir çöp kırıntısının eseri bile yoktu. Derin bir iç çektikten sonra saatine baktı, iftara bir buçuk saat kalmış, cebinden çorbanın ilk kaşığı için ayırdığı sigarasını çıkarıp yaktı. Çaycı birasını kaldırımın üstüne bırakıp ‘’Abi niyetli değil misin?’’ diye sordu. Sigarasının dumanını burnundan narince üfleyerek cevap verdi Şerif bey…
‘’Niyetliyim çaycı, niyetli!’’
Parasız bir bayram geçireceklerdi yine. Elektrik, su yok. Kutulu sigara yok. Oğluna gene beş lira verebilecekti. Bari oğluna cimbom amblemli gömleği dikseydi diye içlendi. Oğlunun odasına yaklaştığında kulağını hafifçe kapıya yaklaştırdı. Oğlu halen daha itiraz ediyordu.
‘’Anne hani ben bu bayram gömlek giycektim. Cimbom amblemi olcaktı.’’
‘’Oğlum hadi, giy şunu bak. Namaza geç kalacağınız.’’
Şerif bey, kapının üstü soyulmuş kolunu açıp içeriye girdi. Memo babasını görünce, yatağın başında oturan annesinin arkasına saklandı hemen. Şerif beyde beli hafif düşmüş eşofmanını yukarıya çektikten sonra.
‘’Memo giy şu kısa kollu üstünü. Namaza gitcez hadi.’’
Memo hiçbir şey demeden, annesinin yanından gidip üstünü giymeye başladı. Babasına karşı gelemezdi. Gerçek yüzünü ve hissiyatlarını hep annesine gösterirdi bu yüzden. Şerif bey çok sert bir adamdı, ne söylediyse olacaktı Memo’nun gözünde. Aslında öyle birisi değildi, öyle gözükmekte istemiyordu. Dükkanı kapattıktan sonra eve geldiğinde, ufak bir otuz beşlik alıp Sakine hanımla masa kurup dertleşirler. Elektrik, su faturası gecikse de, rakıları ve sigaraları hiç eksik olmazdı. Gerçi Sakine hanım ara sıra sigara içiyordu, babasını kanserden kaybetmişti. Gerçek duygularını hep kaybettiklerinin, mutsuzlukların, öfkelerinin arkasına saklayarak yaşıyordu Şerif bey. Yenilgiyi asla sevmezdi hele kazık yediği zamanlar bütün gece balkonda oturup dururdu. Gece boyu çay demlenirdi. Niye? Nasıl böyle oldu sorularını sorarak kafayı yiyordu. Bayram günü diye sinirlenmek istemiyordu. Memo üstünü başını hazır ettikten sonra koşa koşa salona gitti. Sakine hanımda ayağa kalkarak, Şerif beyin karşısına dikildi.
‘’Hasangiller gelcekler, işten bahsetme onlara tamam mı?’’
‘’Kaçta gelcekler?’’
‘’Öğlene doğru dediler.’’
‘’Biz gitmeyecek miyiz bir yere Sakine?’’
‘’Bize değer vermeyenlere gösterecek bir yüzüm yok.’’
‘’Yav Sakine başlama gene. Kaç bayramdır eve kapanıp duruyoruz…’’
‘’Şerif! Sana bir değer biçmeyenlere değer verirsen kıçına tekmeyi yersin. Sen git istersen ama ben yokum.’’
Sakine hanım bu sözü söyledikten sonra kapının başında dikilen Şerif beyin yanından çekip gitti. Şerif bey başını sağa döndürerek arkasından baka kaldı öylece. Odaya girip, kısa kollu beyaz gömleğini ve tek çizgili kumaş pantolonunu giydikten sonra, kasketini ve yeleğini giyip Memo’yu alıp çıktılar evden. Giriş katında oturdukları gecekondu tarzı evin mutfağından Sakine hanım belirdi. Cama iki üç kere tıklayıp dikkati üzerine çekmeye başarmıştı yorgun anne.
‘’Şerif gelirken somon alın fırından.’’
‘’Tamam Sakine.’’ Diyerek cevap verdi. Boyun bükük bir şekilde yürüyen oğluna seslendi ardından.
‘’Memo ekmek alcaz, unutturma sakın.’’
‘’Unutmam baba.’’ Diye derinden bir üzüntü ve manalı bir şekilde konuştu. Şerif bey oğluna hak veriyordu. Memo’nun tek hayali vardı oda cimbom amblemli bir gömlekti. Onu hem dışarıda top oynarken giyecekti. Ayrıca misafirliğe gittiğimizde de oradaki çocuklara hava atacaktı, benim cimbom amblemli gömleğim var diye. Şerif bey, oğlunun hayal kırıklığını gidermek için kollarının arasına alıp kucakladı onu. Memo’nun yüzü halen daha asıktı. Babasının çizgili yüzüne de baktıkça, zeytin tanesi gözlerinden ufak yaşlar akıyordu. Şerif bey sigara kokusu sinmiş baş parmağı ile yanaklarının üzerine iz bırakacak şekilde sildi onları.
‘’Memo, ağlama be oğlum. Koca adam oldun.’’
Üzüntüden burnunda dolan sümüğü içine çekerek, babasının gözlerinin içine baktı.
‘’Annem bana küçük adam dedi ama.’’
‘’Oğlum anana bakma sen. Analar öyledir, eşek kadar adamda olsan hep küçük kalırsın onların gözünde.’’
‘’Ben koca adamıyım o zaman?’’
‘’Ee tabii oğlum. Koca adamsın. Konuştuk ya senle, birkaç yıl sonra avukat olacaktın, hatırlıyon demi?’’
Memo babasının bu sözünü duyar duymaz yüzünde dev bir gülümseme oluştu. Sağ yumruğunu havaya kaldırarak konuşmaya başladı.
‘’Avukat olcam ben. Büyük avukat. Bütün konfeksiyoncuları batırcam. En büyüğü de sen olcaksın. Ama baba, ben kocaman adamsam neden cimbom amblemli gömleğim yok?’’
Oğlunun sorusunu duyduktan sonra yüzünde bir ekşime oldu Şerif beyin. Oğlunu kısa da sürse, bu bayram sabahında güldürmüştü ama çocuktu bu neticede. Çocuklar hayallerini unutabilir ama asla öldürmezler. Oğlunun sorusuna cevap vermeyerek onu kollarının arasından yere indirdi. Caminin önüne gelmişlerdi. Vaaz başlamıştı. İçeride yer olmayacağını tahmin ederek dışarıda bir yer arayışına girdiler. Memo babasının cevabını bekliyordu ama. Şerif bey yere serilecek hasır ararken, Memo hiç oralı olmuyordu. Babasının yüzüne bakıyordu meraklı bir şekilde. Arada sırada da hafif siyahlaşmış dirseklerine dokunuyordu. Cevap alamıyordu ama. Şerif bey Memo’nun bu çabalarına aldırmayarak sonunda bir hasır bulabilmişti. Yeşil plastik çubukların üstüne çömelerek, baba oğul dinliyorlardı vaazı. Memo babasının ona sürpriz yapabileceğini düşünüyordu. İzlediği çizgi filmlerde hep öyle oluyordu çünkü. Çocuklar babalarına bir şey sordukları zaman cevap alamıyorsa, sonunda hep kocaman hediyeleri oluyordu. Benim babamda kesin böyle yapar diye başını babasının dizine koydu. Şerif bey de yine nasıl kazık yediğine hayıflandığı sırada göz yaşlarını tutamıyordu. Hasırın üstüne dayadığı elini oğlunun başının üstüne koyarak saçlarını okşuyordu. Şerif beyin yanaklarından süzülen bir damla yaş oğlunun alnının üstüne düşüverdi. Şerif bey bunu fark eder etmez hemen gözyaşlarını sildi. Memo ise alnındaki ıslaklığının nerden geldiğine şüphelenerek başını babasının dizinden ayırarak sağına soluna baktı. Gökyüzüne baktı, yağmurda yağmıyordu. Babasına döndü…
‘’Baba alnıma ıslak bir şey geldi?’’
Şerif bey, bir kez daha gözyaşını silerek Memo’ya baktı.
‘’Oğlum terlemişsindir ondandır. Bak güneş tepemize geçecek.’’
‘’He tamam baba. Baba birde Bayram namazı nasıl kılınıyordu? Hep unutuyorum.’’
‘’İki salla bir bağla.’’
‘’Baba dalga mı geçiyon. Gerçekten bilmiyorum. Kılarken hep bakıyorum, bir tek ben eğiliyorum.’’
‘’Sen bana bakarak kıl, öğrenirsin sonra.’’
‘’Kurban bayramında düzgün kılcam ama tamam mı?’’
‘’Yav oğlum tamam hadi şimdi namaz bitene kadar konuşma…’’
Babasının sinirlendiğini fark ettiğinde, yüzünü tekrar buruşturarak suskun bir halde durdu öylece. Vaazın bitmesine az kalmıştı, Memo ile babasının konuşmalarından rahatsız olan birisi Şeref beyin omuzuna tıklamıştı. Şeref bey oralı olmadı hiç o vaazını dinliyordu.
‘’Kardeş baksana bir.’’
Şeref bey arkasını döndükten sonra karşısında göbeği gömleğin dışına taşmış bir adam buldu. Beyaz kalın bıyıklı, kahverengi gözlü birisi…
‘’Efendim kardeş. Bir şey mi oldu?’’
‘’Bak ben yirmi beş yıldır bu camiye bayram namazına geliyorum. İlk defa hiçbir şey anlamadım.’’
‘’Benimle ne alakası var şimdi bunun?’’
‘’Çoluk çocuğu getiriyonuz buraya vıdı vıdı konuşuyorlar. Burası büyük bir mertebe, oyun parkı değil ya canım.’’
‘’Çocuktan rahatsız olduysan git başka yere otur o zaman.’’
‘’Aha! Terbiyesize bak. Baban yaşında adamım lan ben eşşoğlueşşek.’’
‘’Ya emmi git başkasıyla uğraş Allah aşkına… Sabah sabah.’’
Kem küm mırıldandı Şerif beyin arkasında duran yaşlı adam. Deliydi herhalde diye fazla umursamadı. Tartıştıkları sırada vaazda bitmişti, Memo’nun pilide. Küçücük göz kapakları kıpırdayıp duruyordu. Ezanda okunmaya başlamıştı, Memo’yu omuzundan dürterek uyandırdı hemen.
‘’Oğlum dalmışın gene…’’
Uzunca esneyerek, göz yaşını sildi.
‘’Baba ne zaman bitiyor namaz?’’
‘’Bitcek şimdi, uyumada sen.’’
Baş ve işaret parmağı ile gözlerini ayırarak, babasına bakmaya başladı Memo.
‘’Bak baba şimdi hiç uyumam.’’
‘’He tamam oğlum, hadi galk namaza durcaz.’’
Ellerinden destek alarak yavaşça, beli sızlaya sızlaya kalktı. Ayakları da hafifçe uyuşmuştu Şerif beyin. Memo’yu da ellerinden kavrayarak ayağa kaldırdı. Kısa kollu üstünü düzelterek babasına baktı.
‘’Baba, şimdi ben Sübhanekeden sonra ne okuyacağım?’’
‘’Bir Elham oku gerisini… Gerisini… Yav aklına geleni oku işte.’’
Elham-Sübhaneke… Sübhaneke- Elham-İhlas… Tamamdır diyerek içinden sayıkladı. Namaz bittikten sonra, Vaaza kalmayarak hasırı katlayıp, yerine bırakıp çıktılar. Memo bayram günü olması hasebiyle bir sağ bir sola zıplayarak sevincini yaşıyordu dönüş yolunda, koyu mavi renkli terlikleri, Antep’in çukur çukur olan asfaltına temas edince şıpırdayıp duruyordu. Şerif beyde, yeleğinin cebini yoklayarak kalan parasına bakıyordu. Ufak bir ümit kıvılcımı da olsa belki şans bu ihtişamlı günde yüzüne güler diye düşündü. Tütün dolu cebinden bir onluk birde iki lira bozuk para çıktı. Parayla içim içim bakıştıktan sonra, Memo’ya seslendi.
‘’Oğlum yavaşla lan. Yetişemiyom sana.’’
Bir anda o sevinç dolu sekmeleri durdurarak babasına döndü Memo.
‘’Durdum şimdi. Hadi baba ama çok yavaşsın. Daha eve gidip harçlık alcam.’’
Uzun uzun oğluna baktı Şerif bey. Oğlu büyümüştü, beş lira ona küfür gibi gelirdi. Paranın tamamını verse Hasangillin kızına bozuk para mı verecekti? Hayatta.
‘’Oğlum ekmek alcaz daha. Unuttun mu hemen?’’
‘’Anaa… Doğru ya.’’
‘’Yaa…’’
‘’Sen bana parayı ver baba, ben alıp geliyim. Koşa koşa giderim hemen.’’
Sağ elindeki bozuk paralarının arasından iki lira uzattı oğluna.
‘’Oğlum, Necdet’e gitme ha! Borcumuz var ona dırdır etmesin koca götlü.’’
‘’Tamam baba. Ben zaten Müslüm amcaya gidiyorum hep. Ara sıra gofrette veriyor bana beleşten.’’
‘’İyimiş oğlum vallaha. Hadi acele ette sen, şöyle nefis bir bayram kahvaltısı yapalım.’’
‘’Ohh… Tost yapar mı Annem?’’
‘’Yapar oğlum tabii. Hem de sana özel çift kaşarlı, bol sucuklu.’’
‘’Aboo… Ben gidiyorum baba.’’
‘’Hadi bakalım.’’
Konuşurken çıkardığı terliğini ayağına geçirerek, arkasını dönüp doğruca Müslüm’ün yanına yola koyuldu küçük adam. Şerif bey de adımlarını hızlandırarak evin önüne geldi. Yemek kokusundan yarısı açılmış mutfak camından eşini gördü. Vızır vızır çalışıyordu. Yüzünde bir gülümseme oluştu, Terzinin. Seviyordu hayatını. Bir kere daha hatırladı bu cümleyi. Onu sevip sayan bir eşi… Her sabah yatakta yanına gelip, onu ne kadar sevdiğini söyleyen bir oğlu vardı. Evin girişinde duran paslanmış demir kapının kulpunu kaldırarak içeriye girdi. Evleri giriş katta olduğu için balkonları da yere sıfırdı. Gecekondu da olsa, bahçeleri vardı sonuçta, birde balkonlu. Yeleğinin iç cebinden, geceleyin sarmış olduğu bir dal sigara çıkardı. Balkona girdikten sonra mutfağın camına tıklayıp, Sakine hanıma seslendi.
”Pşşt Sakine”
Demliğin içine çayı doldururken, göz ucuyla cama baktı. İlk defa birisi cama tıklayıp ona Sakine diye sesleniyordu. Demliği ocağın üstüne koyduktan sonra, Şeref bey bir daha seslendi.
”Lan Sakine.”
Çekmeceden kurbanlık etler için ayrıdığı bıçağı çıkarıp beyaz çerçeveli buğulu cama doğru baktı. Şerif beyi görünce bıçağı yerine bırakıp, cama doğru yaklaştı.
”Yav Sakine ne bakıyon öyle… Çay versene.”
”Şeref ödümü kopardın vallah.”
”Çay ver Sakine, çay. Bugünde pek güzelmişsin kız.”
”Kudurdun mu gene Şerif bayram sabahı… Tövbe tövbe.”
Şerif bey kahkalar eşliğinde, balkondan ufak bir tabure çekip, yorgun argın bir şekilde oturdu. Günlerin getirdiği sabah huzuruna bayılırdı. Kuşların ötüşü, köpeklerin sabah yürüyüşü yaptığı saatler… Hafif bir şekilde eğilmiş sigarasını çıkararak, sahipsiz sokakları izlemeye koyuldu. Sakine hanımda ona, yeni demlenmiş taptaze bir çay getirince keyfi yerine gelmişti. Çaysız, sabahları sigara içemiyordu çünkü Şerif bey.
”Şerif bugün mezarlığa gitcekmiyiz?”
”He… Gideriz niye sordun?”
”İyi gidekte Şerif, Taşısak mı şu mezarlığı artık. Konu komşu uğramıyor artık bizim eve. Yüzüme bilen bakmıyorlar.”
”O mezar anamın babamın mezarı Sakine. O mezar cemevin mezarlığında kalacak.”
”Ya Şerif beni hiç anlamıyorsun… Kaç aydır evin önünden kedi köpek dışında kimsenin geçtiği yok.”
”Bak işte kedi, köpek insanlardan daha hayırlıymış. Hem sen demedin sabahın köründe bize değer vermeyenlere, değer vermicez diye.”
”Dedimde… Peki sen bilirsin. Bari bu bayram gitmesek be Şerif.”
”Gelmiceksen gelme Sakine. Ben gidecem. Anam babamdan mı utancam be. He söyle.”
”Kızma hemen ya Şerif. Allah Allah. Şu resmi kaldırcam salonda duran, Hasangiller gelcek o yüzden.”
”Yav resmin kime ne zararı var. Onu babam bana emanet etti. Bıraktığı tek miras o.”
”Şerif sen öyle diyonda, herkesin gözüne kanırta kanırta sokmana gerek var mı?”
”Hz.Ali’nin resmi o biliyon demi. Kaldırtmam!”
”Kaldırcam! Kaldırcam! Bir Hasangiller geliyor zaten…”
”Başlatma lan şimdi abinden Sakine. Ver tabloyu dükkana asarım ben.”
”He sonra kapatsınlar, müşteri kaçsın gelmesin…”
Sigarsını yakarak, en güzel cevabı verdiğini düşündü Şerif bey. Sakine hanımda sinirli bir şekilde kollarını çatarak içeriye girdi. Bir şu sabah keyfi vardı, onuda mahvediyorlardı diye düşünüyordu. Çayından bir yudum alarak, dışarıyı seyretmeye devam etti. Sigarsından bir fırt alırken sertçe evin kapı sesi geldi. Elinde Hz.Ali tablosu ile Sakine hanım.
”Al buyur.” diyerek tabloyu küllüğün yanına bıraktı.
”Dükkanına asarsın. Evimde istemiyorum artık bu tabloyu.”
Elindeki sigarayı sertçe küllüğün üstüne yamultarak ayağa kalktı Şerif bey.
”Senin derdin ne lan hudubet karı. He… Namazdan gelir gelmez, yok mezarlığa gitcen mi? Tabloyu kaldırıyım mı? Derdin ne lan senin?”
Uzunca bakışmaya başladılar. Cevabını veremiyordu bir türlü. Sol eli titremeye başladı bir anda.
”Siz namazdayken… Siz… Namazdayken mahallenin çocukları geldi.”
”Ee ne var bunda?”
Gözyaşlarına hakim olamadı Sakine hanım. Ağlayarak konuşmaya devam etti.
”Yanlarında bir adam vardı, tam göremedim ama dört beş çocuk gördüm. Giriş kapısının önünde durarak bağırmaya başladılar. Kızılbaşlar mahalleden çıkın, Orospuları istemiyoruz diye.”
Sakine hanımın söylediklerini duyunca eli aya boşaldı Şerif beyin. Gözleri kan çanağına döndü. Sakine hanım ise hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu.
”Sana dokundular mı?”
”Yok bıçağı aldım, tuvalete saklandım. Sesleri gidince, mutfağın camından tekrar baktım evin önüne işemişler.”
”Kim bunlar Sakine ha, söyle vallaha gebertcem onları. Söyle!”
Yavaş yavaş dizlerinin üstüne çökerek, yalvarmaya başladı Sakie hanım.
”Vallaha söyleyemem Şerif, bırak Allah’ından bulsunlar. Konu komşu yüzümüze bakmıyor zaten. Söyleyemem Şerif.”
”Kasapçı ibnesi geldi demi?”
”Şerif yalvarırım bir şey yapma.”
Elleri ayaklarında olan Sakine hanımı aldırmayarak evin içerisine girdi Şerif bey. Yatak odasındaki gardırobu açıp, bütün kıyafetleri alt üstüne getirerek tabancasını arıyordu delicesine. O ara çığlıklar eşliğinde, Sakine hanım geldi.
”Şerif yalvarırım gitme. Nolur! Sen mapusa girersen… Memo’ya kim bakcak. Ben nolcam Şerif kimi kimsemiz yok zaten… Şerif lütfen gitme!”
Tekrardan ayaklarına kapanıp yalvarmaya başladı Sakine hanım. Tabancanın içerinde olduğu tahta kutuyu bulmuştu. Eşinin söylediklerini düşününce ama, tahta kutusu ile birlikte yatağın kenarına oturdu Şerif bey.
”Bizim ne suçumuz var be Sakine. İnsan evladı değilmiyik bizde?”
Sakine hanım, Şerif beyi vazgeçirmek için elinden geleni yapıyordu. Ayaklarına secde etmiş, dul kalmayı göze alamıyordu yorgun ana. Şerif beyin yanaklarından yaşlar süzülüyordu birer birer.
”Şerif nolur gitme! Bu yaşta dul bırakma beni… Memo’yu düşün o daha küçücük.”
”Sana dokunmadılar demi?”
”Vallaha dokunmadılar Şerif. Nolur bırak onu”
Şerif bey gözyaşlarını silerek ayağa kalktı. Tahta kutuyu dolabın üst rafına geri koyarak, çıktı evden bir şey demeden. Babasını düşünüyordu, Maraş’ta evleri yakılınca Antep’e kaçtılar. Şimdi de aynı şeyler kendi ailesine oluyordu. Hakaretler, hemde ağır hakaretler. Ailesi olmasaydı, kesinlikle vururdu o ibne kasabı. Mapus yolu ona kırmızı halı gibi gelirdi. Babasının evini yakanları ile evlerinin önüne işiyen farklı insalardı ama aynı zihniyetti. Hanımı bile bıkmış usanmıştı… Mezarlığı taşımayı hatta evdeki tabloyu bile kaldırmak istiyordu. Farklı olanların yaşamaya hakkı yoktu çünkü bu dünyada. Yezidin torunları diye öfkelendi. Takoz telefonunu alarak eşini aradı.
”Alo Sakine.”
”Nerdesin Şerif, Memo merak ediyor. Gitmiyorsun değil mi kasaba.”
”Gitseydim tabancayla çıkardım. Boş gitmezdim. Geziyorum mahalleyi öyle boş boş.”
”Kahvaltı nolcak? O kadar hazırlık yaptım…”
”Siz yiyin ben poğaça moğaça bir şeyler yerim.”
”Sen bilirsin Şerif. Abimler gelcek ona göre gel.”
”Yav tamam kapat telefonu Sakine.”
Telefonu yeleğinin cebine koyarak, yürümeye devam ediyordu. Bazen hiç birşey düşünmeden öylece yürümek çok iyi geliyordu Şerif beye. Hele hiç bir insanın olmadığı saatlerde harikaydı. Ne dert ne tasa. Gerçi baya bir borç defteri kabarmıştı. Elinden bir şey gelmiyordu ki ama. Çetin kaltağı, etekleri alıp tek gecede kaçtı. Beş parasız bir bayram. Birde şu ibne kasabın yaptığı şey… Düşündükçe yumruklarını sımsıkıca sıkmaya başlıyordu. Sinirine hakim olmalıydı, ortada yoksa bırakcağı dul bir ana birde ufak Memo’su vardı. Çetin’in konfeksiyonuna kadar yürüdü aç suçsuz bir şekilde. Derin bir of çekip uzun uzun baktı, bomboştu içerisi. Geçen gece ustabaşının oturduğu kaldırım taşına oturarak, yere bakmaya başladı. Çocukken yaptığı gibi, asfalta tükürüp ayakabısının alt kısmı ile iyice sıvıyordu yere.
”Cigara var. Malboro, Parlament, Camel. Cigara var!” diye bir çocuk işportacı haykırıyordu karşı kaldırımda. Bombok olmuş gününde belki kaçak kutulu bir sigara ona iyi gelebilirdi.
”Delikanlı gelsene bi.”
Boynunda asılı olan tahta tezgahı ile koşa koşa geldi.
”Buyur abim, Malboro, Parlament, Camel… İstersen Kuruda var ama cebi zorlaman lazım.”
”Lan git ne kurusu. Şu Camel paketi ne kadar?”
”Abim normalde üç milyon sana iki yedi yüz elliye bırakırım.”
Cebini yoklayarak baktı bir beşliği bir iki lirası vardı. Beş lirayı verirdi ama o Memo’nun harçlıyığdı. Pazarlık yapması gerekiyordu. Cebindeki iki lirayı uzatarak çocuğa doğru baktı.
”Al delikanlı şu Camel’i ikiye bırak.”
”Abim naptın sen be. Bana gelişi iki buçuk zaten. Kurtarmaz be abim.”
”Ya oğlum al şu iki lirayı. Sana gelişi ikiymiş.”
”Abim kurtarmaz… İmkanı yok. İki yedi yüz eli son daha inmem.”
”Tok satıcısın yani. Zabıtaya birşey çaktırmasam kurtarır mı?”
”Et abim. Buraya bakan zabıta dayım zaten.”
Çocuk kendinden emindi. Arkasınıda sağlama almış, keyfi yerindeydi. Cebinden beş lirayı çıkarırken, çocuğun gömleği dikkatini çekmişti. Üstünde cimbom amblemi vardı.
”Gömlek güzelmiş delikanlı.”
”Bırakıyım abi dört milyona.”
”Ucuz mu lan o kadar o gömlek?”
”Abi zamanında rahmetli dedem dikmiş babama. Bende babamdan aldım. Zaten ben Fenebahçe’liyim.”
”Altı lira veririm, hem gömlek hemde sigara.”
”Abi vallaha zorluyon beni.”
”Lan hadi uzatma işte altıya bırak.”
”…”
Mırıldanarak boynundan tahta tezgahı indirdi çocuk. Gömleği çıkartıktan sonra üstünde bir tek kısa kollu üstü kalmıştı. Şerif beyde tezgahın üstüne altı lirayı bırakarak, Camel paketini aldı. Üstünde değişik değişik Arapça harfler yazıyordu.
”Nerden getiriyonuz bunu?”
”Abi şimdi biz uluslarası çalışıyoruz. Çoğu Almanya’dan geliyor.”
”Siktir lan Arapça yazıyor üstünde.”
”Şaka abim ya. Gümrükte amcam çalışıyor, geçirmediği malları anama gönderiyor hediye olarak. Ordan.”
”Vay anasını satıyım.”
”Öyle abiyim ufakta olsak, kolumuz uzun anlıyacağın.”
”Anlıyorum.” diyerek ayağa kalkıp evinin yolunu tuttu Şerif bey. Mahalleye girdiğinde, kasapçının evini gördü. Şuanda karşısında olsaydı gözünün yaşına bakmadan öldürebilirdi onu. Kasapçının bahçe kapısının önüne doğru yaklaştı. Salonun perdesi açıktı. İçeride oturmuş ailesiyle birlikte bayram kahvaltısı yapıyordu. Bende yapmak istiyordum diye yumruğunu sıktı. Namaza gidip geldim, Sakine’ye espriler yaptım, mutluyduk lan Çetin bana kazık attısayda diye içlendi. Uvuzunu çıkararak posta kutusuna işemeye başladı. Bende onların gününü mahvedecektim diye düşündü. Demir posta kutusundan gelen sesleri duyar duymaz kasap balkonun camını açıp dışarıya baktı. Görünce çılgına döndü.
”Napıyon lan Allah’ın kızılbaşı!”
İstifini hiç bozmadan işemeye devam etti.
”İşiyorum.”
”Lan siktir git başka yer bulamadın mı… Gebertirim lan seni.”
”Aha… Küfür etmesene kasap efendi çok ayıp. Normalde adamın ağzına sıçarımda dua et kahvaltı yapmadım.” diyerek uvuzunu içeriye sokup gitti lafını yapıştırarak Şeref bey. Kasapçı hiç birşey diyemedi, ağzındaki poğaça ile öylece bakakaldı. Keyfi yerine gelmiştı terzinin. Yaptığı şey aklına gelince yüzünde sebepsizce bir gülümseme oluşuyordu. Yeleğinin sağ cebindeki takoz telefonu çalmaya başladı. Baktı, Sakine arıyordu.
”Alo Sakine.”
”Nerdesin Şeref, abimler yarım saatir oturuyorlar, seni sorup duruyorlar.”
”Geliyorum Sakine, ufak bir işim vardı da.”
”Ne işi ya bayram bayram. Konfeksiyona mi gittin yoksa yine?”
”Yok ya… Memo’ya hediye aldım, geliyorum.”
”Hadi acele et.”
Akşam üstü hanımına bu olayı anlatacağı zamank ki tepkiyi merak ediyordu, gülerdi herhalde ya. Sonuçta çok üst düzey bir cevap verdim ibne kasaba diye gülmeye başladı.
”Şarıl şarıl işedim ya la.”
Evinin önüne geldiğinde meraklı gözlerle Sakine mutfak camından bakıyordu gene. Şerif beyi görür görmez Memo’yu dışarıya saldı. Şerif bey oğlunun bu hediyeye çok sevineceğini biliyordu. Arkasına saklayarak, oğlunun ona gelmesini bekledi. Memo kapıdan çıkar çıkmaz, koşmaya başladı babasına doğru. Çok mutlu gözüküyordu Memo. Herhalde beni görünce sevindi diye sayıkladı Şerif bey.
”Baba bak dayım bana Cimbom amblemli gömlek almış.”
Bir cevap yazın