Ellerimi uzatmasam parmaklarımın dokunacağı mesafedesin,
Ellerimi uzatınca ; hayalin dağılıyor beynimin dehlizlerinde,
Tutamıyorum…
Bazı gün uçsuz bucaksız Akdeniz; gözlerin oluyor…
Bir damlasını, yutamıyorum;
Kavrulurken susuzluktan…
Kimi gün Defne Şelaleleri arasında görüyorum seni;
Koşup uzaklaşıyorsun,
Ben arkandan kovalayan Apollon,
Tam tutacak oluyorum;
Bereketli defne ağacına dönüşüyorsun,
Ellerim böğrümde,
İki büklüm, çöküyorum toprağa…
Bir gün bakıyorum;
Tırmanıyorsun Olimpos Dağı’na Çıralı’da,
Arkandan tırmanıyorum…
Tam elimi uzatıp seni tutacağım;
Bir alevin içinde yok oluyorsun…
Ur Zigguratı’nın merdivenlerinde görüyorum seni bazen;
Yaklaşıyorum,
Binbir odanın içinde,
kaybediyorum seni…
Sırtımı dönüyorum;
Eski Babil sokaklarındasın…
Babil’in Asma Bahçeleri yok artık sevdiğim,
O sokaklar arasında kaybetmeyeyim artık seni…
Ne Akitu törenleri kaldı,
Ne Marduk’a ağıtlar,
Ne İnanna’ya kurbanlar…
Enki’ye inşa ettirilmiş tüm tapınaklar yıkılmış şimdi,
Mezopotamya; bereketini de kaybetti,
Artık rüzgarda dağılan bulutlar,
Eski ihtişamlı günleri…
Dur…
Dur; ey güzel…
Bu kalp; hiç bu kadar bir ev sıcağı hissetmedi…
Anne yorganı sıcağı…
Eve; fırından, üzerinde dumanı tüten, sıcacık ekmek almış baba sahiplenmişliği,
Kardeş vefası,
Vatan aidiyeti…
Gel; bu masalın iki kahramanı olalım…
Asık suratlı ne kadar insan varsa onlara cevaben;
İki insan, bir masalda ne kadar mutlu olurmuş, gösterelim…
Bir cevap yazın