
Yüreğim alev topuna dönüşmüştü. Yanıyordum. İçim paramparça olmuş, hayatın anlamını kafamdan tartmaya başlarken, karşıma ummadığım anda o çıkıverdi. Gözlüklü, tabiri caizse kel, yumuşak sesli, sözüm ona hoş biriydi. Hayatımdan umudu kestiğim anda beni bulmuştu. Bir de gözlerinin rengi vardı ki, kalbimden bir şeylerin kopmasına neden olmuştu. Sesim o saniyede çıkmadı, ses tellerim bir süre çalışmadı. Onu gördüm ya, yüreğim ortadan ikiye ayrıldı. Zannedersiniz ki, aşık oldum. Hayır tabii ki! Ne aşkı, ne sevdası ne de olabilir nidası. Karşımda duran adam, benim bir zamanlar çok sevdiğim, adını dahi anmaktan kalbimin çarpıntı sesini duyduğum x ismindekine çok benziyordu. Şaşırmıştım. Nefes alış verişlerimde bir durgunluk söz konusuydu. O x ismindekini yakın zaman içerisinde kaybetmiştim. Ne adı kalmıştı aklımda, ne de ismiyle canlanan midemin kelebekleri. Bir trafik kazası sonucu, ani ölümle kaybetmiştim. Elimden kayıp giden bir yıldızdı. Yıldızlarda kayarmış meğer. Şimdi karşımda duran, bu kel adam ona çok benziyordu. X ismiyle hitap ettim ona. Lafa merhaba ile giriş yapmadım. İsim ile giriş yaptığımdan adam somurtarak; “ismim Güneş Hanımefendi” dedi. Güneş isminde erkek de olabiliyormuş dedim. İnsanlar birbirine benzer yaratılmış. Aynı endam, aynı ses tonu, aynı gözler. Gülümsememle yaşanılanları anında sildim. Özür diledikten sonra vurdum kendimi yollara. Bir yandan da şarkı sözlerini mırıldanmaya başladım. “Düştüm ben yollara”. Hayatın felsefesini düşünmeye koyuldum. Uzunca süre düşündüm ve karar verdim. Hayatı bir yaprak gibi yaşamalıydım. Rüzgarın sert esişinde oradan oraya savrulmalıydım. Karşıma kim çıkarsa çıksın… BEN BEN.. Önemli olan bendim. Hayatımda soluk almak için duranlar çoktan beni terk edip gitmişlerdi ama bir şey vardı. Bambaşka bir gerçek. Sevgi ve aşkın her yerde önemli olduğu söylenirdi, ben de sevdim. Ben de aşık oldum. Sanki sevip aşık olamazmışım gibi. Müzik ruhun gıdası derlerdi de, inanmazdım. Aşık olduğum x kişisi, müzisyendi. Benim müziğim, gıdam, her şeyim olmuştu. Benim çabam sonucunda sevgili olarak yola devam ettik. Bense küçük bir şair. Dizeleri yerinden istediği gibi oynatamayan, şiirin ahenkli duygusunu satırlara dökemeyen küçücük şair. Sonra bir gün aşık olduğum x kişisinden haber alamadım. Sayfalar dolusu yazdığım şiirleri bir üzüntü de atıverdim çöpe. Zaman geçti, yine haber alamadım ondan. Kayıp ilanı verdim. Annesi ve babası yoktu. Bir kardeşi vardı, bir de kızları. Daha önceden bir evlilik geçirdiğini söylemedim demi size? Yüreğimden bunu yazmak gelmemiştir belki de. O sadece bana ait olmalıydı ama olmamıştı. Kızlarıyla olan ortaklığım sonucunda her yerde onu aramaya koyulduk. Bir gün bir haber aldım, her şey o haber sonucunda sona erdi. İçimdeki duygular bir bir terk ettiler beni. Duygusuz kaldım. Ölümdü bu gelen, hem de beklenilmedik zamanda kapımızı çalmıştı. O günden sonra hayata olan inancımı, sevgimi, kısacası her şeyi kaybettim. Güneş beyefendiyi ona benzettim, asla ama asla aşık olmadım. İnsan benim lügatımda bir kere aşık olmalı. Ben o hakkı çoktan doldurmuştum. Kalbim suskun, aklımı susturmak için içimden bilmediğim melodiler çalıyordum. Aşık olmamalıyım diye diye evime geldim, içeri girdim ve sessizce oturmaya koyuldum. Telefonum çaldı. Arayan Güneş beyefendiydi. Açmadım. Telefonu kapattım ve x’i düşünmeye başladım. İhanet de yoktu benim lügatımda. İhanet edemezdim ne ona ne de kendime. Yoksa unuturum onu diye korkardım. Şimdi bile korkmaya başlamıştım. Elim ayağım titriyor, kendimi baygın bir halde hissediyordum. İçimdeki sesi dışa çıkararak; “benziyorlar” dedim. Ahhhh! Bir türlü kendime gelemiyordum. Durun bir dakika bu hikayede büyük bir yanlışlık var. Güneş beyefendi benim telefon numaramı nereden öğrendi? Bilmiyordum. Peki ben nasıl onun aradığını anlamıştım? Bilmiyordum. Bir şeyler vardı. Büyük sırlar, büyük tutkular, büyük aşklar…. Seziyorum ama parçaları birleştiremiyorum. Kalbim sancıyor, nefes alamıyorum. Nereden çıkmıştı bu adam şimdi? Benim yaşayan bir tek aşkım, mutluluğum, nefesim vardı ama şimdi gidenin ardından çoktan yas tutmuştum da, kendime yeni yelken açmıştım. Dayanamıyorum. Hemen telefonu açtığım gibi arayan kişiye geri dönüş yaptım.
-Alo.. Beyefendi kimsiniz?
-Ben Güneş, X’in kardeşi
-X mi? Ama o
-Her şeyden birazcık haberim var. Senden, en çok da senin hakkında her şeyden haberim var
-Telefon numaramı bulmanız kolay olmuş demek ki. Bir şey mi istemiştiniz?
Neydi şimdi bu? Garson gibi soru sormak nedendi? Ahh kalbim.. Dayanamıyorum artık; nefes almaya, sevmeye dayanamıyorum.
-Sizi hanımefendi sizi istemiştim. Sizinle konuşmak, sizinle hoş sohbet etmek.
Telefonu yüzüne kapattığım gibi anılara gittim. Eski, güzel, en çok da onunla olan anılarıma. Unutamazdım, onu unutamazdım. İnsan bir kere sevmeli, bir kere acı çekmeli ve en çok da bir kere aşık olmalı. Ölenle ölünmezmiş. Kim uydurdu bu saçmalıkları? X’si ben bilirim. Aşkımızı ben bilirim. En çok da gülüşünü bilirim. Çaresiz olduğu zaman bana bakışını bilirim. Zamanla unutulacak her şey ama kalbim zamanla unutmayacak. Güneş miş… Güneş diye erkek ismi olmaz. Ama ona çok benziyordu, kardeşi ya, bir benzerlik sezmek kolaydı. Ben x’e aşık olmuştum. Talihsiz bir kaza onu benden almıştı. Bu benim elimde olan bir şey değildi ama ben sevdim. Söz verdim ruhuma, onu yaşatacağıma dair söz verdim. Gidiyorum şimdi sessiz sedasız. Terk ediyorum bu şehri, bu insanları. Anılarımı bavula sığdırdığım gibi gidiyorum. Kapıdan dışarı adımı atacakken, bir mektup sıkıştırdı elime Güneş beyefendi. Karşıma aniden çıkıvermişti. Mektup x’e aitti. Son defa onun kaleminden bir şeyler okuyacak olmanın mutluluğunu anlatamam. Mektubu okuduktan sonra yoluma devam ettim. Anladım ki aşk, sonsuz bir büyü idi. Unutmak ne mümkün, ne de başkasını sevmek. Bu kişi ona benzeyen bile olsa. Mektubun son satırında yazan seni seviyorum cümlesi ölene kadar bana yetecek cümle oldu
Bir cevap yazın