Kim olduğumu keşfetmeye çalışıyorum. Kim olduğumu bildiğimi zannettiğim anlık bilişler arasında .
Kendimin en karanlık bölmelerinden çekmeceler açıyorum. İçinde buruşuk anılar. Ben olmuş, izi ben de kalmış anılardan yarattığım bu yeni insana bakıyorum. Her gün yeni bir ben selamlıyor aynada beni.
Her gün yeni bir insanı alıştırmaya çalışıyorum, anılar dolu çekmecelerden duygusal kalıplar seçerek.
Bak bu sensin.
Öğren kim olduğunu. Anılar çekmecesi, anılar sandığına dönüşüyor.
Sandıktan bir ankakuşu çıkıyor.
Yanıp, yanıp her güne yeniden doğan bir ankakuşu.
Yandıklarım, anılarım. Beni ben yapan yangınlar. Ve geriye kalan doğrulmak için sadece kendi küllerim.
Küllerimden yeniden ve yeniden tekrar doğarken bildiğim, tanıdığım çocukluğumu kullanıyorum. Her gün yine kendime doğuyorum.
Sysphos oluyorum sonra. Her gün ben dediğim kayayı yukarıya… Umutlara, hayallere çıkartmaya çalışıyorum. Ve gün bitiminde yeniden kaya, tepenin dibine yuvarlanmış oluyor.
Ne anka olmak, ne de sysphosun umutla tepeye taşıdığı kaya olmak, olmaya çalışmak ve bir kere de olsa zirveye ulaşmak benim bildiğim ve tanıdığım duygular, hisler değiller.
Ben sadece beni ben yapanlarla, alışık olduğum düşüncelerle bir ömür denilen yaşamı yaşamaya çalışanım.
Anka mıyım? Sysphosun kayası mıyım?
Bir cevap yazın