Aklında ölmekten başka bir düşüncesi yoktu. Ölümden korkan insanlar, bunun aslında ne kadar zor olduğunu bilmiyorlardı. Ağır ağır odanın içinde dolaşmaya başladı. İlk olarak ne zaman öldüğünü çok iyi anımsıyordu. Reşadiye açıklarındaydı. Akdeniz’in nazlı Ege’yi kollarına almasına çok az kalmıştı. Mutlu kavuşma öncesi yaşanan sessizlik sarmıştı her yanı. Sonra bir anda her şey değişti. Aynı sessizlik kendini, neye uğradıklarını anlayamamış insanların çığlıklarına bıraktı. Kulaklarında uğuldayan fokurdama seslerini duydu yeni baştan. Yer yer iniltiler, yakarışlar ve metalik yırtılma sesleri arasında fokurdayan denizi. Televizyonda haber programı uzun uzun yer verdi bu kazaya ve elbette gazeteler de sütunlar dolusu yazıp anlatmışlardı.
Sakladığı o gazeteleri hatırlayarak tekrar yerine oturdu. Gazeteler… Onları yatağının altına özenle yerleştirmişti. Bir anda gözünün önünde çok eski olmayan fakat üzerinden bir asır geçmiş gibi, derinlere sakladığı o tanıdık manzara canlandı. Gazeteleri yere sermiş, listeleri inceliyordu. İsimler, isimler, isimler. Sonra yüzler, sonra sesler, sonra fokurdama sesleri. Sol bileğini kestiği anda fışkıran kanın rengi. Kırmızı başlıklar, kırmızı isimler, kırmızı, kan kırmızı sular, halının bir köşesi.
Batan gemiden sağ çıkabilen çok az kişiden biriydi. Ölenler, kaybolanlar. Bitmeyecekmiş gibi görünen isim listeleri. Kimseye yardım edememiş, tek kendini kurtarabilmişti. Onca yaşam, onca umut, onca anı ölümün gizeminde yitip gitmişti ama kendisi sağ kalmıştı. Kendini kurtarmak için kim bilir kaç başı batırmış, kaç kola asılmış, kaç omzu tekmelemişti. Kim bilir kaç geleceğe mal olmuştu kurtuluşu, kaç cana. Sol eliyle listeden kim bilir kaç isim silmişti.
Fokurdama sesleri giderek yükselmeye, kulaklarını tırmalamaya başladı. Cinnete sığınmayı ne çok istemişti, ne çok beklemişti bir sevgiliyi bekler gibi. Oturduğu koltuktan kalktı ve yine dolaşmaya başladı. Daha birinci dönüşünde açık kapıdan mutfağa takıldı gözü. Mutfağın kapısı buhar bulutuyla kaplanmıştı. Ocakta demlenen çayı anımsadı. Fincanını alıp balkona çıktı. Karşıdaki evlerin bacalarından süzülen dumanı izledi bir zaman. Sonra aşağıya baktı. İki yıl önce atladığında da elinde çay fincanı olup olmadığını anımsamaya çalıştı ama başaramadı. Ayrıntılar acıtmayınca insanın dikkatinden kolayca kaçabiliyordu. Büyük olasılıkla elleri boştu. Üşüdüğünü fark etti ve içeri girdi. Ortalama bir insanın atladığı zaman mutlaka ölmesi gereken bir yükseklikti ama işte, insan bir kez zebani olmaya görsün, değil dördüncü kattan, uçaktan atlasa yine ölemiyordu. Kaç kez intihara kalkışmış, sonunda hep hastanelik olmuştu. Her denemesinde kısmen ölebilmiş, gerçek ölüme kavuşamamıştı. Kendisiyle inatlaşanın yaşam mı yoksa ölüm mü olduğu belli değildi. Ne zaman kavuşacaktı beklediği huzura, ne zaman bitecekti bu ceza?
Kapının sesiyle kendine geldi. Mutlaka yine alt kattaki komşusuydu gelen. Bundan hiç kuşkusu yoktu. Fincanı masanın üstüne koydu, derin bir nefes aldı ve sokak kapısına yöneldi. Kapıya gelen komşusu değil ama onun eşiydi. “Bu kez de hanımı gelmiş” diye geçirdi içinden. Ne istiyordu acaba? Kadın gözlerini dikmiş, öylece ona bakıyordu. Buyur etmesini bekliyormuş gibi bir hali vardı. Üzerinde sabahlıkla bornoz arası, ne olduğuna karar veremediği, göğsüne yakın bir yerden kuşakla bağlanmış, açık mavi bir giysi vardı. İyice büyümüş olan karnından, bugün yarın doğum yapacağı anlaşılıyordu. Elini yumruk yapıp dudaklarına götürdü ve hafifçe öksürdü. Ses tellerini temizlemişti ama ne diyeceğine henüz karar verememişti. Öylece kapıda bakıştılar bir zaman. Oldukça sıkıcı bir durumdu yaşanan.
Tam konuşmaya başlayacağı sırada kadın birden derin soluk alıp vermeye başladı. Alnından ter akıyordu. Fısıltıyla tıslama arası bir tonda durumunu anlattı sonunda: “Kocama ulaşamıyorum.” Derin bir soluk aldıktan sonra devam etti: “Lütfen yardım edin. Geliyor.” Sözünü bitiremeden ani bir kasılmayla iki büklüm oldu. Daha önce hiçbir doğuma tanık olmamıştı ama komşunun durumundan doğumun başlamak üzere olduğunu anladı. Sakin olmaya çalıştı. Onu hastaneye götürecekti, başka türlü nasıl yardım edebilirdi ki. Onu kollarından tutup duvara yasladı. Hemen bir iskemle getirdi ve onu oturtmaya çalıştı. Aceleyle üzerine paltosunu aldı ve terliğini çıkarıp ayakkabısını giydi. Kadın iskemlenin sadece kenarına oturmuş, başını duvara yaslamış ağlıyordu. Bir yandan karnını kucaklamaya çalışıyordu.
Kapıyı kilitleyip anahtarı cebine attı ve kadının koluna girip kalkmasına yardım etti. Merdivenlerden inene kadar düşüp yuvarlanmaktan, düşerken zavallı kadını da birlikte yuvarlamaktan çekindi. Neden sanki karşı komşusuna gitmediğini merak etti içinden. Kata geldiklerinde diğeri sanki onu duymuş gibi yanıtlamaya çalıştı: “Fikriye Hanım’lar evde yoktu. Ayak seslerinizi duymuştum.” Elinde olmadan dişlerini sıktı. Sinirlendiğinde bunu hep yapardı. Kocası da hep ayak sesleri yüzünden geliyordu kapısına. Demek arada bir işe de yarıyordu takma bacağın çıkarttığı ses. Caddeye indiklerinde taksi bulmak için çok beklemediler. Hastane kapısında ise hemen sedye bulup getirdi ve komşu kadını hastane personeline sağ salim teslim etti. Kapıda bekleyen taksi şoförüne teşekkür edip parasını ödedikten sonra bekleme salonuna yöneldi. Neden? Kadının ailesine haber verme şansı yoktu. Protez bacağı yüzünden sık sık kapısını yumruklayan kocasından başka kimseyi tanımıyordu ve onun da telefonunu öğrenmeye hiç gerek duymamıştı. Hatta adlarını bile bilmiyordu.
Bekleme salonunda kendisinden başka iki kişi daha vardı. Derken müjdeli bir haber geldi. Bekleyenlerden birinin kızı olmuştu. Diğer adam buna içerlemiş olmalı. Haberi getiren sağlık görevlisinin ardından söylenmeye başladı: “Biz onlardan daha önce geldik ama bekliyoruz yani.” Zamansız ölüm kadar zamansız doğumlar da can sıkıcı oluyordu demek ki. Belki de sorunun temelinde yatan, doğum ya da ölüm değil, zamansızlıktı.
Hava almak için dışarıya çıktı. Reşadiye’den sonra onun için durmuştu zaman. Onca insanın ölümü pahasına hayatta kalmış ama hayata tutunmayı başaramamıştı. Yıllardır kendisinin de o kazada ölüp gitmeyişinin bir anlamı olması gerektiğini düşünmüş, ne kendi yaşamına, ne izlediği yaşamlara kayda değer bir anlam yükleyememişti. Zamanla kendini bir görevi olduğuna inandırmak istemiş, buna karşın boşu boşuna yaşadığını görmüş ve ölmek istemişti. Türlü denemelerden sonra tek başına ölemeyeceğini anlamış, Reşadiye’de tanıştığı cinnetin onu tekrar gelip bulacağına inanmıştı. Cinnetsiz intihar mümkün görünmüyordu. Atlarken gelen kamyonu görmezden gelmişti. Kamyonun branda kaplı kasasına rastlantı süsü verip kendini kandırmaya çalışması da cabaydı. Cinnetsiz intihar mümkün değildi. Bilerek yetersiz ilaç yutmuştu. Midesi yıkanabilsin diye özellikle dayıoğlu yanındayken yapmıştı bunu. Cinnetsiz ölmek mümkün değildi. Atladığında da öle öle bir tek tekme atan bacağı ölebilmişti. Günün birinde çeken, asılan, batıran sağ kolu da ölebilecek miydi? Hastaneye gelişini sorgulamaya başladı. Komşunun ya da doğacak bebeğin hayatını kurtarma çabası, bir bakıma kendi içine yerleşmiş olan canavardan kurtulmak anlamına geliyordu. Öznesi umuttu bu eylemin.
Akşam eve döndüğünde bacağındaki ağrının canını daha fazla yakmaması için hemen yatağa attı kendini. Gecenin ilerleyen saatlerinde kalkabildi ayağa. Çekmeceden kurşun kalemini aldı ve masaya oturup yazmaya başladı. Kendisine armağan edilmiş yaşamı tüketmeye çabaladıkça nasıl telef ettiğini yazacaktı. Taşıyıp durduğu yükün ağırlığını anlatacaktı. “Bir şekilde ödemem gerek.” diye başladı satırlarına. Üzgün müydü? Bunu bilemiyordu. Bir yanda ölmeyi bekleyen ama bir türlü ölemeyen, yaşını almış insanlar, diğer yanda hayatının baharında gençler ve işte, hayata merhaba bile diyemeyen bebekler vardı. Yazmaya devam etti: “Komşunun bebeği ölü doğdu…”
Ödemem gerek- Zerrin OKTAY
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
En Çok Okunanlar
LEMURYA GÖREVİ-BİLHAN AKKAYA
24 views
KOYUN-SİBEL ERGEÇ
21 views
DUYGU TAYLAN-UFUKTA BİR ÜLKESİN
17 views
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
Bir cevap yazın