
Kostaki, Ege’nin şarap adası Bozcaada’da sessiz sakin yaşayan taş ustasıydı. Usta, Ada’nın iki mahallesinden biri olan, Gayrimüslim Mahallesi’ndeki kilise sokağında, iki katlı ahşap bahçeli bir evde oturuyordu. Karısı Kiriya Marika’yı genç yaşta bu evde kaybetmişti. Hatıralar ve sırlarla dolu bu ev onun için kutsaldı. Evin bahçesi, Marika’nın en çok sevdiği kırmızı karanfil ve küpe çiçekleri ile süslenmişti. Karanfillerin kokusu insanı mest ederdi. Taş ustası, babadan kalma bu evde, son günlerini yalnız ve sevgili eşine hasret çekerek tamamlamıştı.
Kostaki çok iyi bir taş ustası idi.
Hem de ne usta!
Maharetli kolları ile Ada’da yaptığı her duvarda hünerini gösterirdi. İnsanlar onu seyrederken okkalı dibek kahvelerini zevkle içerlerdi. Ege’nin lacivert denizinde, kendine has kokusu ile sessiz sessiz duran küçük Ada’nın, Gayrimüslim Mahallesi’nde bulunan bütün evlerde onun alın teri, göz nuru, emeği vardı.
Bu evlerin dili olsa da bir anlatsa. Onunla yaşanmış günleri, anıları duvarlarla olan konuşmalarını. Taş ustası, duvar yapmada, duvar sıvamada, duvar badanalamada her işi teslim etmeden önce, duvarın karşısında durur, cebinde her zaman taşıdığı dedesinden kalan, onun için çok değerli, sigara tabakasından köylü cigarasını çıkarıp tüttürmek ten büyük keyif alır, bu ölümlü dünyada yaşarken bir eser bıraktığı için çok mutlu olur ve şöyle derdi:
“Bir gün Kostaki ölecek ve bu duvarı Kostaki yapmış diyecekler.”
O’nun yaptığı duvarlar Ada’da ve Ezine’de örnek gösterilirdi. Ada’da birçok taş ustası yetiştirmiş, eline ekmek vermişti.
Kostaki’yi pos bıyıkları yüzünden Ruslara benzetirlerdi.Pos bıyıklarına yıllarca içtiği tütünün rengi ve kokusu da sinmişti. Masmavi gözleri ışıl ışıl parlar, gözbebekleri her zaman gülümserdi. Yorgun kalbinin atışına bakmadan, titreyen elleri ile köylü cigarasını yakarak, yanaklarını şişire şişire dumanını, “Ah Vire ah,” diyerek içine çekerdi.
Yetmişi geçmiş olmasına rağmen yaşını hiç belli etmezdi. Tanrı kollarına güç verdikçe duvarları hep güzelleştirecek. Dinçti, dinç olmasına lakin bu meret ülser illeti yokmu. Neler çekmişti o illetten, neler!
Allah’tan demirci arkadaşı Alev Ustasının, saçlarını boyamak için kuruttuğu çitlembik meyvelerini yuttuğu zaman rahatlıyordu. Önceleri yarım kilo helva ile bir somun ekmeği bir oturuşta götürüyordu. Bu ülser illetinden sonra artık kavrulmuş helva da yemez olmuştu.
Kostaki Usta, evinde mangal kömürü ile karanfil kokan küçük odası dışında başka hiçbir evde geceleri kalmaz, uyuyamazdı. İki katlı evinin bahçesinde bir çay bardağı rakısını sundurmanın altında içerdi. Hele bir de yağmur yağıyorsa çok büyük keyif alırdı.
Yağmurda sırtına kolsuz kırmızı kazağını alsa da sırılsıklam ıslanırdı.
Usta için yağmur damlası sefaletti, yaşlılıktı. Her şeyden önemlisi çok uzaklarda olan torunlarından bir damla hasretlik, buram buram onlarla beraber olamama hali kokardı.
Her insan; ‘‘Bu toprak kokusu’’ dese de,
O; “Hadi vre, siz ne anlarsınız be, bu hasretlik kokusu,” derdi.
Olur da Bozcaada dar sokaklarında yürürken yorulur da dinlenmek için sırtınızı bir taş duvara dayarsanız, o taş duvarın, zangır zangır titreyerek,
“Çok özledik. Vre, Kostaki Usta seni çok özledik bre…” diyeceğini hisseder, kulaklarınızla da duyabilirsiniz.
Bir cevap yazın