Şehir bütün kalabalığını bu daracık sokağa kusmuş gibiydi. Sokağın haylaz kedisi Cengiz,
insanların ayakları arasından yılan kıvraklığıyla süzülüp yanıma oturdu. Ellerimi bozkırın
hunharlaşmış ayazına teslim etmeye direnen eldivenlerimi çıkarttım. Parmaklarımı Cengiz’in
kürkünde nazikçe gezdiriyordum. Özellikle çenesinin altını okşadığımda bakışları kendiliğinden göğe
uzanıyor, kedinin suretinden yansıyan yıldızlı gece içime derin bir huzur bahşediyordu.
İnce, buğulu bir ses kulağıma erişince bakışlarım kediden önümde eğilmiş çocuğun gözlerine
kaydı. Rüzgara esir düşmüş gür saçları, gözlerinin ışıltısını daha da belirginleştiren esmer teniyle
gülümsüyordu. Üzerindeki gömlekte, soyut resimlerdeki şekillere benzer siyahlı kahverengili lekeler
vardı. Eğilince kundurasının topuğundaki lastik tabanından ayrılmış; diz kapağı, yırtık pantolonundan
iyice dışarıya taşmıştı.
‘’Duymaz mısın sen be abi ? ‘’
Buyur genç adam, dedim.
‘’Ayakkabıların diyorum abi, gözlerin gibi yapıvereyim mi iki dakikada, kapkara ! ?’’
‘’Boyanacak cinsten ayakkabı değil ki bunlar.’’ dedim.
‘’Olsun abi silerim en azından, hem baksana bizim hayta bile gözlerini senin ayakkabılara diktiyse iyi
bir temizlik şart olmuş demektir. ‘’
Cengiz’e bakınca kulaklarını bükerek başını hafifçe sağa ve sola yatırdığını ancak kocaman
gözlerini ayakkabılarımdan ayırmadığını fark ettim.
Tamam hadi yap ne yapacaksan ama hızlı olsan iyi olur, arkadaşımı bekliyorum, dedim.
‘’Oo, yenge mi yoksa beklediğin ? ‘’
‘’ İşini yapsana sen, hem nereden çıkarıyorsun ? ‘’
‘’ Tamam be abi amma kızdın sen de, böyle dalgın dalgın kim beklenir ki zaten. ‘’
İncecik ellerinden biriyle ayakkabıyı kavrıyor, diğeriyle nemli bezi ayakkabımın etrafında hızlıca
gezdiriyordu. Nasırlaşmış ellerinde beyaz kalan tek yer el ayalarında uzunlamasına çizgilerdi.
‘’İşte bu kadar ! Baksana abi cillop gibi oldu vallahi ‘’
‘’ Sağ ol aslanım, borcum ne kadar ? ‘’
‘’ Fark etmez ağabey ver canının istediği kadar. ‘’
Oturduğum yerden doğrulup, arka cebimdeki bütün bozuk paraları çocuğun avucuna bıraktım.
Çocuk avucunun içine memnuniyetsizlikle baktı.
‘’Bugünkü tek müşterim sensin abi, sabah beri bir şey yememişim, midem kazınıyor.’’
Çocuğu yeniden uzunca süzdüm. Görünüşünden akan yoksulluğa inat gözlerinde servet saklıyor
gibiydi. Pantolonumun cebinde ezilmeye yüz tutan cüzdanımdan beş lira daha çıkarttım. Parayı uzatır
uzatmaz çevik bir hamleyle yakaladı ve cebine iliştirdi.
‘’ Sağ olasın abi, adın neydi senin ? ‘’
‘’Adım Yunus, hem sen ne yapacaksın ki adımı ? ‘’
‘’Ne yapayım üstat, bana kimin iyilik yaptığını bilmek isterim. Benim adım da Sami, nam-ı diğer Hızır
Sami. Hadi eyvallah. ‘’ dedi ve Cengiz’i peşine takarak aceleci adımlarla mahşeri kalabalığın içinde
kayboldu.
Sık sık gömleğimi sıyırıp saatimi kontrol ediyor bir yandan da nehir edasıyla akıp giden sokağın
boğuk senfonisini dinliyordum. Aniden bütün sokak karanlığa bürünmüştü. Gözlerimi kapayan sıcacık
eller, sahibinin ismine mutabık nergis gibi kokuyordu. Yanıma oturur oturmaz önce soğuktan rengini
yitirmiş yanağıma bir buse bırakmış, sonra kadife dudaklarını çatlamış dudaklarıma dokundurarak
ruhumu anılara savurmuştu
Güneşin kızıla çalmaya başladığı bir akşam vakti, harçlığımı çıkartmak için çalıştığım sahafta
tanışmıştım Nergis’le. Raflardan yükselen kitap kokularının hüküm sürdüğü bu mekana, akşamları
derin bir tenhalık hakim olurdu. Tenhalıktan istifade ederek masaların birine oturmuş; son sayfalarına
yaklaştığım kitaptaki esrarlı kelimelerin, zihnime doğru dörtnala koşturmasına izin vermiştim.
Yuvarlak çerçeveli gözlükler takmayı pek bir seven babacan patronumuz elime uzunca bir kitap listesi
uzatmış, kitabımı masaya bırakıp depoya inmiştim. Depodan kitapları alıp raflara yerleştirdikten sonra
kitap okuduğum masada bal rengi saçları ve bembeyaz teniyle minyon yapılı bir kızın oturduğunu
gördüm. Nasıl yardımcı olabileceğimi sorduğumda aradığı şeyi bulduğunu söyleyerek az önce
okumakta olduğum kitabı sallıyordu. Kitabın içeriği hakkında başlayan konuşmamız yerini bambaşka
konulara devrediyordu. Eski kitaplara olan ilgisinden ve vakıf üniversitelerinin birinde okuduğundan
bahsetti. Eskimiş kitapların en az içindeki hikaye kadar önceki okurlarının da hikayelerini içine
sindirdiğini söylüyordu. Çoktan Nergis’in elindeki kitabın sahafın kitaplarından olmadığını, benim
kitabım olduğunu söylemekten vazgeçmiştim. Hayatımda başlayıp da bitiremediğim tek kitap, bana
içinde Nergis’in olduğu yepyeni bir sayfa açmıştı.
Ne kadar zaman geçmişti yüreğimdeki nergis filizleneli, bunca geçen zamanda kaç insanla göz
göze gelmişti sokaktaki gri ve puslu kaldırımlar, akrep ve yelkovan kaç kere işlemişti tatlı günahlarını
? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey Nergis’in, en az benim kadar kimsesiz, benim kadar yalnız ve
olabildiğince sessiz olan karanlık bir akşam vaktinde ruhumun bütün kimsesizliğini alıp güneşe
savurmasıydı. Sonraki sabahlar güneş daha parlak doğacaktı, daha çok ısıtacaktı insanı.
Ellerini ellerime sıkıca kenetlemişti. Beni, sokağın kalabalığını girdap misali çekmeyi başarmış
ışıltılı bir bara doğru sürüklüyordu. Durmadan telefonunu kontrol edip, anlattıklarımı ilgisizce
dinlediğini sezince benden bir şeyler gizlediğini anlamıştım. Barın üst katına çıkmamızla bozuk bir
orkestra edasıyla yükselen ” Mutlu yıllar Yunus ” sesleri, barın pencerelerinden çıkıp sokağın
gürültüsünde eriyordu. Sürprizin getirdiği şaşkınlıkla başta iliklerime kadar mutlulukla dolmuştum.
Doğum günü tebrikleri son bulmuş, insanlar bir bir masaya oturmuştu. Masanın bir başında ben
oturuyor, diğer başında Nergis oturuyordu. İnsanları, gözlerimin süzgecinden geçirerek inceliyordum.
Nergis vesilesiyle tanıştığım şatafatlı kıyafetlere bürünmüş onlarca insan; onların pahalı hediyeleri,
pahalı içkileri ve beş para etmez muhabbetleri… Sahiden, beş dakika önce yanıma gelip dünyanın en
suni yüz ifadelerini takınıp fotoğraf çektiren insanlar nasıl da bir anda beni bu kalabalığın içinde
yapayalnız bırakabilmişlerdi. Kadınlar, muhtemelen yakın arkadaşları olan birinin kiminle yattığıyla
ilgili dedikoduya koyulmuşken; erkekler, babalarının alacakları yeni arabaların sıfırdan yüz
kilometreye kaç saniyede çıktığıyla ilgili hararetli tartışmalara girmişti. Nergis masanın diğer ucundan
kalkıp ara ara yanıma geliyordu. Nergis’in doğum günüm için harcadığı emeğin farkındaydım,
ortamdan duyduğum memnuniyetsizliği belli etmemeye çalışıyordum. Dudaklarıma en az masada
oturan sahte insanlar kadar sahte bir sırıtma yerleştiriyordum. Pek de ilgimi çekmeyen konularda
fikrim sorulduğunda kısa ve net cevaplar veriyor, çoğu zaman başımla onaylayıp geçiştiriyordum.
Nergis’in, arkadaşlarının yanında takındığı yapmacık davranışlara şaşıyordum. Kişiliğinin, turnusol
kağıdı gibi ortamına göre renk aldığını gördükçe dehşete kapılıyordum. Nergis’i yeterince
tanımadığımı fark ettikçe ruhuma ağır bir hüzün çöküyordu.
Bardan çıktıktan sonra Nergis’le yürürken Sami’nin sokaktan arkadaşlarıyla beraber ellerindeki
bira şişelerini şangır şangır tokuşturarak, kahkahalar içerisinde alem yaptığını gördüm.
İçimden ‘’Hızır Sami’ymiş. Ulan hınzır Sami ! , biz sana acıyalım para verelim sen o parayla alem
yap.’’ diyordum. Nergis’i bırakmayacak olsam o gece Sami’nin kulaklarını arşa kadar yükseltecek, ona
sokağın en kuytu köşelerinde bile yankılanacak okkalı bir küfür hediye edecektim.
Kaç ay geçmişti de sonbaharda bir bir intihar eden yapraklar, yerini yeşilin yüzlerce tonunu
sahiplenen diri yapraklara bırakmıştı. Mevsimler değişmesine rağmen ben yine bu sokaktaydım ve
yine bilinmezliklere boğulmuştu soruların esir aldığı aklım. Çiçeklerin güzel oldukları kadar zamanla
çirkinleşebileceklerini, kokularıyla aldatıp yüzünüze yalanlar söyleyebileceklerini öğreneli çok zaman
geçmemişti. Nergis’e karşı duyduğum yabancılık her gün daha da artmıştı. Nergis’in doğum günümde
dedikodusunu yaptıkları kızdan, Nergis’in uzun zamandır beni aldattığı haberini almıştım. Ortaya
atılan hiçbir şeyi yalanlamamış, tersine benimle geçirdiği zamanın büyük bir kayıp olmasından dem
vurmuştu. Hızlı başladığı kadar hızlı bitmişti.. Nergis’le güneşe savruldu sandığım yalnızlığım, bir
kıvılcım tanesine savrulmuştu. Küçük bir ışık huzmesiyle ayrı düştüğüm akşamın karanlığı, yine
kardeşim olmuştu bütün ağırlığı ve kimsesizliğiyle.
Sahaftan çıkınca kollarını göğe uzatmış heybetli çınar, beni yaz güneşinin kızgın bakışlarından
korumuştu. Birden karşımda Sami belirdi. Yanında ufak bir oğlan çocuğu vardı. Sırtında küçük bir
keman kutusu taşıyordu. Güneşten kaşları çatılmıştı, karalara bürünmüş yüzünde ağlamaklı bir ifade
vardı. Sami, yanındakinin kardeşi olduğunu ve çok aç olduklarını söyleyip para istedi. Kelimelerimi
çelik oklar misali sivriltip, birkaç ay önce verdiğim parayla yaptığı alemi gördüğümü söyleyerek
okları Sami’ye fırlattım.
Yüzü derin bir mahcubiyetle kızardı.
‘’ Ah be abi, o gün benim doğum günümdü. Ne yapalım yani, bir gün olsun eğlenmişiz çok mu ?’’
dedi.
Aynı gün doğduğumuzu fark ettim. Benim israfla bulanmış doğum günü partim karşısında Sami’nin
bira kokulu, mütevazi alemini düşününce içim burkuldu.
‘’ Hadi yine yırttın Sami, aynı günde doğmuşuz. Bak bu sefer para falan vermem, açsanız sizi şu
karşıdaki dürümcüde doyuracağım. ‘’
‘’Kralsın Yunus abi ! ‘’ dedi.
Dürümleri nefes almadan yediklerinden ara ara yüzleri kızarıyor, yanakları şekilsiz bombeler
yapıyordu. Sami dürümünü bitirince huzurdan gözlerini derince kapayıp kardeşine döndü. Doydun
mu ?, dedi. Çocuk uzunca olan kirpiklerini kırpıp kafasını salladı. Anlat bakalım Sami, dedim. Önce
kafasını öne eğdi, masaya dalgın bakışlarından savurdu ve cesurca gözlerimin içine baktı.
‘’ Benim babam çobandı ağabey, kaçakçılık da yapardı. Bir gün gitmiş gene sınırdan öteye, bir daha
da geri gelememiş. Kimi mayına basmıştır diyor kimi esir alınmıştır diyordu. Dedem de babamdan
umudu kesince anamı amcama yapıverdi. Amcam da şerefsiz herifin teki. Tüm gün bizi it gibi
çalıştırır, geceleri hem anamıza hem bize eziyet ederdi. Şu günahsıza baksana abi. Konuşamaz, ses
çıkarabileceği tek şey elindeki kemanıdır. Amcam olacak o orospu çocuğu kardeşimi sırf dilsiz diye
işe yaramaz belleyip, dağda yalnız başına bırakarak kurda kuşa yem etmeye çalıştı. Çığlıklar içerisinde
aradım kardeşimi. Sesi çıkmaz, bağıramaz… Öleyim dedim abi. Baba yok. Anam zaten ayaklı ölü.
Kim kalacaktı kardeşim de giderse ?. Ya bulacaktım onu ya da kurtlar beni de yiyecekti. Allah yardım
etti ama abi, buldum keratayı. Bir görseydin. Büyükçe bir ağacın dibinde dizlerini alnına dayamış,
korkuyla titriyordu. Bir daha da o lanetli eve dönmedik. Sızdık kamyonların arkasına. Şırnak’tan
Ankara’ya…‘’
Gözlerim buğulanmıştı, teselli etmeye harfler yetmemişti. Yaz güneşi bile çocuğun ağır kelimeleri
altında ezilmiş, yerini alçalmış bulutlara bırakmıştı. Grileşmiş ruhum, gri bulutlar ve gri binaların
oluşturduğu kompozisyonun eşliğinde eve doğru yola koyuldum.
Kaderim kaç kez daha bu sokağın kaldırımlarıyla kesişecekti. Günler, aylar, mevsimler geçiyordu.
Yaz boyunca ateşlerde kavrulan hırçın sokak, sonbaharla birlikte gözyaşlarını tutamayan ağlak bir
çocuğa dönüşmüştü. Kulağıma nüfuz eden parçalanmış cümlelerin oluşturduğu enfes mozaikliğin
içerisinde yürüyordum. Elektronik reklam panosundaki tarihi görünce irkilerek durdum. Bir insan
dünyaya geldiği günü unutabilir mi ? .Üstüne çok anlam yüklemeyince unutuluyormuş demek ki.
Zaman, kuyruğu sıkışmış bir sansar telaşıyla akıl almaz bir hızda geçmişti. Zihnime, geçen seneki
doğum günümden kalma bölük pörçük anılar hücum ediyordu. Nergis’le tanıştığımız gün yarım
bıraktığım kitap aklıma geldi. Kitabı alabilmek için üç kitapçı gezmiş, sonra da büfeden bir paket
sigara almıştım. Sokak lambalarından birine sırtımı dayadım. Sigaramın dumanının, ciğerlerimden
emilip düşüncelerimin mahzenlerine sindiğini hissedebiliyordum. Gözlerimi korkunç güzellikteki
karanlığa diktim. Kulağıma cılız bir ses dokundu.
‘’Yunus abi ! ‘’
‘’Abi yine dalmışsın uzaklara, hayırdır niye yalnızsın, arkadaşların nerede ?’’
Sami’yi uzun zamandır görmememin de getirdiği özlemle başını okşayıp, işaret parmağımı hafifçe
yukarı kaldırarak gökyüzünü işaret ettim.
‘’ Oğlum Sami arkadaş diyorsun da galiba benim hiç gerçek arkadaşım olmadı , şu karanlıktan başka
‘’
Sami, gökyüzünde tanıdık birini görür gibi bakışlarını sabitledi. Öyle derinden bir nefes aldı ki az
daha gecenin yıldızlarını burun deliklerinden ruhuna çekecekti . Gözlerini geceden koparıp yeniden
yüzüme dikti. Dudaklarımdan süzülecek kelimeleri bekliyor gibiydi.
‘’Öyle işte Sami, herhangi bir şeye ihtiyacın yok değil mi ? ‘’ dedim sessizliği bozarak.
‘’ Yok abi, şükür bugün iyi doyduk. Kardeşim de kemandan biraz para toplamış. Sokağın öbür ucunda
çalıyor hala, gidip onu alayım ben. Hadi eyvallah ‘’dedi ve hızlı adımlarla kayboldu.
Elimdeki kitabı yavaşça açtım. Hafızamın ücra köşelerinden kaldığım sayfayı buldum. Sokak
lambasının loşluğuna ve soğuktan kaskatı kesilen parmaklarıma inat bir bir çeviriyordum sayfaları.
Kitap, Platon’ nun Lysis diyaloğundan yapılan alıntıyla sonlanıyordu.
“…Anlaşıldı ki biz bu işin içinden çıkamayacağız. Demek ki ne sevenler dost, ne sevilenler;
ne benzer olanlar, ne karşıtlar; ne iyiler, ne uygun olanlar; ne de hatırlayamadığım diğerleri.
Bütün bunların hiçbiri dost değilse, susmaktan başka çare kalmıyor…”
Kitabın kapağını usulca kapatarak düşünmeye koyuldum. Arkadaş, dost, sevgili… Duygusuz
binaların yarattığı bu dar koridorda sigaramın kesif dumanıyla dönen; içi boşalmış, tükenmiş
kavramlar…
Bir paket sigarayı ne çabuk bitirmiştim. Umutsuzca parmaklarımı kutunun içinde gezdiriyordum.
Paketi sokak lambasına doğru tutup dikkatli bakınca içeride tek bir sigara gördüm. Karanlığın içine
gömülmüş ve ezilmiş yalnız bir sigara. Sigarayla aynı kaderi paylaştığımı fark edince aptal bir
tebessüm belirmişti yüzümde. Gözlerimi kapayıp yeni doğmuş bir bebek misali derince bir nefes
çektim. Gerisi sessizlikti. Dünya durmuş ya da şehir dilini yutmuş olabilirdi. Bu birkaç saniyelik
sessizliği muazzam bir keman sesi deliyordu. Gözlerimi açar açmaz Sami’nin ve kardeşinin bana
doğru geldiğini gördüm. Sami’nin kardeşi, çevik parmak hareketleriyle o bilindik doğum günü ezgisini
çalıyordu. Sami’nin bir elinde, geçen sene tam bugün, bu saatlerde, bu köşede yudumladığı ucuz
biradan vardı. Diğer elinde ise üzerine mum dikilmiş ufak bir kek. Beyaz ruhlu bu esmer çocuk,
yavaşça ellerindekileri uzatıyordu.
‘’Doğum günün kutlu olsun, abi ‘’ dedi.
17.05.2015
Bir cevap yazın