Usul usul atıyordu adımlarını. Eve gitmek gelmiyordu bu akşam içinden. Belki sokakta
tanıdık birine rastlardı, hoşbeş ederken günlerdir içinde savrulup duran bu durgunluğu
kısa bir süreliğine de olsa unuturdu. Hepsinden de öte biraz zaman geçerdi diye
düşünerek evinin olduğu sokağa döndü Cemal Bey. Sokakta okuldan dönen haylaz
çocuklar vardı; çoğu önlüğüyle top oynuyordu, anneleri kim bilir ne kadar kızıyordur
şimdi o çocuklara. Manav her zaman ki laubaliliği ile” ablalara- abilere taze eriklerim
var, bakmadan geçme “ diye bağırıyordu. Zeynep Teyze kuruyan çamaşırlarını
topluyordu. Sultan pencerenin önüne oturmuş işten eve dönecek olan kocası Hüseyin’i
bekliyordu, yeni gelin olmuştu Sultan, Anadolu’nun bilmem hangi köyündendi! Hüseyin
ile evlenip o da İstanbullu olmuştu. Mahalleyi iyice tasvir ettikten sonra Cemal Bey,
yıllardır oturduğu binaya girdi. Usul usul çıkıyordu merdivenleri. Nedense bugün içinde
gizli bir hüzün vardı.
Anahtarını çıkarıp usulca açtı kapıyı. İçeride çıt yoktu. Karısı Nermin mutfaktan seslendi:
“Sen misin Cemal Bey, mutfaktayım, yemek yapıyorum, gelemedim kapıya “dedi.
Cemal Bey donuk bir sesle: “-Benim,” dedi. Önce banyoya gitti, duş almak için soyundu.
Ama suyun altına bir türlü giremiyordu Cemal Bey, çünkü biliyordu ki o suyun içine
adımını atar atmaz bambaşka birine dönüşecekti. Deminden beri ruhunda hüküm süren
bu durgunluk, bu yavaşlık suyla birlikte usulca akıp gidecekti. Derken adımını attı ve
gerçekten de tahmin ettiği gibi o suyun altında bambaşka bir adama dönüşüverdi.
İçerden Nermin seslendi: “Cemal Bey yemek hazır gelmiyor musun ? ” “Geliyorum.” dedi
Cemal Bey. Üzerine ev kıyafetlerini apar topar geçirdi ve salona geçti. Salona ilk
girdiğinde şaşkınlık sarıverdi bütün vücudunu. Öfkeden kızarmış iri ela gözlerini
kocaman açıp sessizce bakıyordu. Bir şey söylemek istedi, boğazına bir düğüm
nasırlandı sonra yutkundu ve vazgeçti. Ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı ile
gözlerini Nermin’e dikti. Nermin gözlerini kaçırdı ve sessizliği bozan ilk hamleyi yaptı:
“-Cemal Bey, elini öpmeye, af dilemeye gelmiş çocuklar. Sen büyüksün, gençlik
heyecanlarına yenik düşmüşler bir hata yapmışlar evet, işte affediver, öpsünler ellerini
bitsin bu dargınlık…”
“-Babacığım ne olur affet bizi bırak elini öpelim. ”dedi Cemal Beyin kızı Yasemin. Tam o
sırada Yasemin’in eşi Savaş’ta “lütfen baba” diyerek, elini öpmek için ellerini tutmak
istedi Cemal Beyin. Ellerini hiç uzatmadı Savaşa Cemal Bey. Bir an boş gözlerle sessizce
baktı. Aslında ne yapacağını pek hesaplamış değildi. Kendisinin izni olmadan, biricik kızı
Yasemin’in kendisinin uygun gördüğü biriyle değil de bu serseri çocukla evlenmesini
hazmedemiyordu bir türlü. Salonda biraz ürkek, biraz çekingen bakışlarıyla babasından
tepki bekleyen Yasemin babasına: “Sen hiç âşık olmadın mı, âşık oldum işte,” dedi.
Nermin ve Savaşta Cemal Bey’e bakıyordu yalvaran gözlerle. Sonunda beklenen oldu ve
Cemal Bey bakışlarını üçünden de kaçırarak hiçbir şey söylemeden içeri gitti. O sırada
Yasemin, Savaş ve Nermin zafer kazanmış bir tebessümle oturmaya hazırlanıyordu. Ama
Cemal Bey, aynı sessizlikte başı öne eğik bir şekilde ceketini alıp sokağa attı kendini.
Şimdi ne işler vardı bunların? Hem atayı babayı hiçe sayıp gidip o peşmurge kılıklı
oğlanla evlendi bana sormadan hem de el öpmeye, af dilemeye geliyor bu ne
dengesizliktir yahu! Diye diye denize kadar yürümüştü Cemal Bey. Elini öptürmeli
miydim yoksa? Yok ya ne öpmesi ben bu saatten sonra hizaya gelsem ne olur ki? Aklıma
gelenleri niye yüzlerine söylemedim ki bu terbiyesizlere, hadlerini niye bildirmedim ki?
Neden terbiyesizler ha Cemal Bey sevdikleri için mi birbirlerini, yoksa seni
dinlemedikleri için mi? Yaşlanıyorsun Cemal Bey, kurt kocayınca köpeklerin maskarası
olur derler seni de maskara ettiler resmen! Ha sevgiymiş aşkmış ulan aşk mı kaldı bu
zamanda be her şey para demek… Parana göre değer veriyor artık insanlar! Kim kimi ne
kadar çok seviyor, kim kime ne kadar aşık diye mi soruyorlar sanki? Eskidenmiş insana
sadece “insan” diyerek nitelendirenler. Bunlar şehveti aşk zannediyorlar şimdi. İki gün
sonra parasız kalsınlar da görürüm ben o aşklarını. Hem, hem sen sevdiğin kızla mı
evlendin sanki? Hayır! Paran yok diye terk etmedi mi seni, sırf para için zengin bir
oğlanla kaçmadı mı? Ben karımı hiç sevmedim, ama bunu ona asla belli de etmedim.
Hiçbir şey söylemedim Nermin’e bu konuda, ama ona karşı bir saygısızlıkta yapmadım.
Ona saygı duyuyordum; çünkü her şeyden önce biricik kızım Yaseminim annesiydi ve
hiçbir zaman şikâyet etmeden bana karılık yapmıştı. Geçecek biliyorum kızım. Ben dağ
kokulu Yaseminimden nasıl vazgeçerim. Doğduğu gün burnuma gelen yasemin kokuları
yüzünden adını Yasemin koymuştum.
Geçecek elbette, neler neler geçmedi ki hayatımızdan. Ya eve dönüp onlara elimi
öptüreceğim ya da Yaseminimi karşıma alacağım. Daha önce karşıma aldım da ne oldu
sanki! Yine Yasemin dediğini yaptı. Ben karşısında elim kolum bağlı kaldım diye
düşündü ve adımlarını durdurdu birden Cemal Bey. Denize doğru döndü. İstanbul’u
karşıdan seyrediyordu. Dalgalar kıyıya hızlı hızlı çarpıyordu. Bir sigara yakmak istedi,
sigarasını buldu; ama çakmağını bir türlü bulamıyordu. Sigara içmeyi ise o an ömründe
hiç arzulamadığı kadar çok istiyordu. Sigarasını ağzına alarak paketini ceketine
yerleştirdi. Gözlerini dikip kıyıya vuran dalgaları seyrediyordu. Sonra bir el omzuna
dostça dokundu.
“Cemal Ağabey hayır ola bu saatte ne işin var burada, ”dedi Hüseyin?
“Hiç! Nefes almak isterken farkında olmadan buraya kadar yürümüşüm. Gelmişken de
denizi seyredeyim biraz dedim. Bu arada çakmağın var mı Hüseyin? ”
-“Olmaz mı ağabeyciğim yakayım hemen sigaranı, ”dedi.
Ve Cemal Beyin sigarasını yaktı Hüseyin.
Sahil boyunca Cemal Bey ve Hüseyin sigaralarını içerek ve sohbet ederek evlerinin
yolunu tuttular.
Bir cevap yazın