
1987 yılının soğuk bir kış günü, Beyazıt’ta eski bir handa dünyaya geldi Kayra. Annesi, doğum sırasında hayatını kaybetmişti. Babasını ise hiç tanımadı; o, annesi daha hamileyken ortadan kaybolmuş, bir gölgeye dönüşmüştü. Annesi hamile olduğunu öğrendiğinde, babasına ulaşmaya çalışsa da adam çoktan izini kaybettirmişti. Annesi, onu tek başına büyütme kararını verdi ama hayat ona bu şansı tanımadı. Bir çocuk, daha gözlerini açar açmaz, kaybetmenin acısını hissetmişti. O, dünyaya gözlerini açtığında bile yalnızdı.
Zaten anne ve babası hakkında bildiklerinin tamamı bundan ibaretti. Bu yetimhaneye nasıl getirilmişti onu bile bilmiyordu. Orası, ne sıcak bir yuvaydı ne de güvenli bir sığınak. Karanlık, nemli bir odada, soğuk betonun üstünde uyuyarak geçen bir çocukluktu.
Yetimhane, onun için sadece bir çatıydı.
Geceleri nem kokan duvarların arasında uyumaya çalışırken, dışarıdaki çocukların kahkahalarını dinlerdi. Sevgiyi hiç tatmamıştı Kayra. Bu kadar neye gülünürdü onu da hiç anlamazdı. Onun için gülünecek en büyük sebep bayram sabahları vicdanlarını tatmin etmeye gelen insanların verdiklerine teşekkür ederken, ağzının yanaklarına doğru hafif çekildiği yüz ifadesi olabilirdi çünkü. Oyun saatleri yoktu onların. Sıcak ana kucakları da. Ancak en kötüsü, geceler olurdu. Geceler duvarları, duvarlar müdürü hatırlatırdı çünkü. Adeta görevini yerine getiren bir gölgeydi. Görevi de tam olarak neydi o da tam bir muammaydı zaten. Bir Yetimhane müdürü ne iş yapardı mesela. Kutu kutu pense oynar mıydı? Düşündü Kayra hayır. Ya saklambaç, körebe? Ya da salıncağı sallayan kişi olur muydu güvenle arkanı dönebileceğin. Sonra ürperdi birden çünkü en son arkasını dönmesini söylediğinde çok canı acımıştı. Bir daha asla müdüre arkasını dönmek istemiyordu. Buna maruz kaldığı anlardan biri geldi aklına. Müdürün adımları hala kulaklarında yankılanırken, gözlerini sımsıkı kapattı. Zihninde o anı yok saymak, o korkuyu, o hissettiklerini silmek için her zaman yaptığı şeye yöneldi yine.
Bir yastığı vardı. Yastık, Kayra’nın ruhunu hafifletmeye çalışan en basit silahıydı. Gözlerini kapalı tutarak, yastığa sıkıca sarılmaya başladı. O an acıyı unutmak için tüm gücüyle odaklanıyordu. Bir yastık… Sadece bir yastık tüm dünyayı unutturabilir miydi?
Kayra nefesini derin derin alarak, başını yastığa gömüp yavaşça şarkı söylemeye başlardı. Kendi kendine, hıçkırıklarını gizleyerek söylediği şarkıyı, her tekrarında sesini biraz daha yükseltirdi. Şarkı, ona güvenli bir dünya sunardı sanki. O dünya, karanlık değil, sıcak ve huzurluydu. Şarkının her kelimesi, acıyı biraz daha uzaklaştırıyor, onu başka bir yere götürüyordu. O şarkıyı söylerken, her kelime bir kapı gibi açılıyor, Kayra’nın ruhu o kapıdan geçiyor, acısından kaçıyordu.
‘’Bir gün güneş doğacak, Her gece karanlıkta bir yıldız yanar, Yavaşça uçurumdan düşsem de, benim hiç kırılmayan kanatlarım var ‘’
Yastığın üzerine düşen gözyaşlarını fark etmeden, şarkıyı tekrar tekrar söylerdi. Her seferinde de biraz daha az hissediyordu. Karanlık, sessiz ve soğuk odada kayboluyordu. Şarkıyı bitirdiğinde, tekrar sessizliğe gömülürdü. Ama bu kez, o kadar yoğun bir sessizlikti ki, dünyadan bir süreliğine gerçekten ayrıldığını düşünürdü.
Yetimhanede en büyük tesellisi, eski ve yıpranmış bir kitap olmuştu. Kütüphanede unutulmuş bu kitabın sararmış sayfalarında kendini kaybetti. Orada yazan her kelime, onu bulunduğu karanlık dünyadan uzaklaştırıyor, bambaşka hayatlara taşıyordu. Henüz yazmayı keşfetmemişti ama bir gün, eline geçen eski bir deftere hislerini dökmeye başladı. Kimi zaman sadece kelimeler, kimi zaman ise çizimler yapıyordu. Bu, ona sığınacak yeni bir dünya sunuyordu. Kelimelerin onun için bir çıkış kapısı olabileceğini henüz bilmiyordu.
On üç yaşına geldiğinde, yine kelimeler içinde kaybolduğu bir anda yetimhanedeki müdür onu bir akrabasına vereceklerini söyledi. Dedikleri adam, eski bir tanıdığın uzak bir akrabasıydı. Adam, yüzüne zoraki bir gülümseme kondurarak onu evine götürdü. Yeni bir korku tüneline girdiğinden habersiz içinde yeni bir başlangıç yapacağına dair kanat sesleriyle elini sıkıca tuttu adamın Kayra. Ama kısa sürdü çırpınma sesleri. Karanlık ve rutubet kokan bu eve girdiğinde bir şeylerin yanlış olduğunu hissetti. Adamın evinde bir kadın izi yoktu. Masanın üzeri sigara izmaritleriyle doluydu. Yerde içki şişeleri vardı. Kayra, boğazındaki düğümü yutkunarak geçirmeye çalıştı. İlk gece ona yemek bile vermedi adam. Sadece sert bir sesle “Yatak odan orası,” dedi ve Kayra’yı boş bir odaya kapattı. Hissettiği tek şey kocaman bir boşluktu.
Geceleri odasına gelen ağır ayak sesleri, en büyük korkusuydu. Kaçacak bir yer yoktu, bağırsa kimse duymayacaktı. Her geçen gün ruhu biraz daha ölüyordu. Zihni bu gerçekle baş edemiyordu. Acının ve korkunun iç içe geçtiği bir labirentteydi. Adamın nefesi yüzüne değdikçe, midesi bulanıyordu. Gördüğü suret bazen yetimhane müdürüne dönüşüyor o sırada gözlerini daha sıkı kapatıyordu. Etrafına bakındı yetimhanedeki gibi bir yastık aradı ama bulamadı O an, gözleri tavandaki çatlaklara takıldı. O çatlakları bir nehre benzetti. O nehir, onu başka bir dünyaya götürdü.
Gözlerini kapattı ve kendini ılık bir bahar gününde hayal etti. Şeffaf suların içinde, güneşin ışıklarıyla dans eden balıkları izledi. Suya ayaklarını soktuğunda, soğuk bir ürperti yerine tatlı bir serinlik hissetti. Kuşlar cıvıldıyordu, hafif bir meltem saçlarını okşuyordu. O dünyada ne korku vardı ne de karanlık. Orada güvendeydi, özgürdü. Bir annenin kucağında olduğunu hayal etti; yüzünü göremedi ama kolları sıcacıktı. Gözlerini açtığında yine o odadaydı ama bu hayal, o korkunç anların biraz daha katlanılabilir olmasını sağlamıştı. Hayal kurma becerisi onu hayatta tutan en büyük dayanağıydı.
Bu yaşadıklarının bir sonu olmadığını eve başka başka adamlar gelmeye başladığında anlamıştı artık. O evden kaçmalıydı her geçen gün biraz daha yok oluyordu. O evde, her gece bir şeyler kırılıyor, içindeki umutlar, güven duyguları parçalanıyordu. O on üç yaşındaki kız, yetimhaneden alınıp buraya verildiğinden beri, acı ve korku dışında hiçbir şey yaşamamıştı. Evdeki her an, her ses, her hareket bir tehdit gibiydi. Geceleri odasında, gözlerini sıkıca kapatıp, her şeyin geçmesini beklerdi. Ama geçen hiçbir şey yoktu.
Bir gece, her zamanki gibi, zorla odasına giren adamın soğuk bakışlarını gördü. Kayra, vücudu titrerken, bir tek düşünce vardı kafasında: Kaçmalıyım. Ama korkusu, cesaretinden ağır basıyordu. Bir çocuk ne kadar cesur olabilir ki?
Bir ihtimal vardı olmalıydı. Kaçabileceği bir yol bulacaktı mutlaka. Yavaşça gözlerini açtı, odasının karanlık köşesindeki pencereyi yıllar sonra sanki ilk defa fark etti. Sadece o pencere, dışarıya giden tek geçit gibi göründü ferini kaybetmiş gözünde. Ama kapalıydı. Kilitliydi. O pencereyi açabilmek için cesaretini toplamalıydı. İçindeki korku, bir türlü sessizleşmiyordu ama Kayra bu gece başka bir şey denemek istiyordu. Ne kadar korkarsa korksun, o pencereyi açmalıydı.
Gecenin karanlığında, uyuyan siyah duvarını sessizce izledi. Evet, O adama siyah duvar diyordu. Yetimhane müdürü gri duvarıydı bu ise siyah. Kendi içinde anlamsız bir derecelendirme sistemi geliştirmişti. Derin nefesler alırken, göğsünde kalbi çırpınarak atıyordu. O kadar yakın hissediyordu ki, eğer bir hata yaparsa, siyah duvar uyanır ve her şey daha da kötü olurdu. O pencereyi açmalıydı.
Cesaretini topladı, geceyi tamamen içine çekti. Yavaşça, nazikçe pencereye yaklaştı, elleri titriyordu. Kilidi, her zamankinden daha büyük görünüyordu, ama bu gece, her şeyin daha büyük olması gerekiyordu. Çünkü Kayra’nın özgürlüğü, o pencerenin arkasındaydı. Korkusunu içine hapsedip, kilidi çözmeye başladı. Ve birden, kilit açıldı. O an, Kayra’nın içinde bir şey kırıldı. O kadar uzun zamandır susturduğu bir şey, derinlerden bir yerlerden kalktı ve ona cesaret verdi. Kayra, pencereyi açtı ve karanlık geceye bir adım daha attı. Sokak, çok karışıktı ve o, bir yabancıydı. Ama korku artık başka bir şeydi, bir engel değildi. Bu gece, Kayra’nın kazandığı geceydi. Kaçmaya başladığında, bir daha geri dönmeyeceğini biliyordu.
Dışarıdaki soğuk hava cildini yaksa da, içindeki sıcaklık başka bir yerden geliyordu. O gece, sadece bir adım attı ama o adım, çok uzun bir yolun ilk adımıydı. Kaçmak kolay değildi; her sokak, her köşe onun için bilinmez, her adım bir tehlike. Ama hiçbiri, içinde taşıdığı o evde yaşadığı korkunun büyüklüğüne denk olamazdı.
Kayra, kaçarken ayakları titriyordu. Korkunun teri sırtından aşağı iniyordu. Sokağın köşesinde çömelmiş, nefesini düzenlemeye çalışıyordu. Kimseye güvenemezdi. Sokakta, karnı aç, yorgun ve korkmuş, başını önüne eğmiş yürürken, bir kadının sesi ona dokundu.
“İyi misin?”
Kayra irkildi. Karşısında bir kadın vardı. Üzerinde eski ama temiz bir kaban, elinde bir poşet… Gözleri yorgundu ama sıcak bakıyordu.
“Korkma,” dedi kadın yumuşak bir sesle. “Sadece yardım etmek istiyorum.”
Kayra geri çekildi. Yardım mı? İnsanlar yardım etmiyordu. İnsanlar kullanıyordu. İnsanlar eziyordu.
Şükran onun bu tepkisini anladı. Üstüne gitmedi.
“Sana dokunmam gerekmiyor. Sadece bir çorba içmek ister misin?” dedi. “İstersen konuşmak zorunda bile değilsin.”
Kayra önce reddetmek istedi ama midesi karnına yapışıyordu. Açtı, yorgundu. Kadın oturmuş, soğuk kaldırımla arasında hiçbir şey olmadan bekliyordu. Zorlamıyordu, sadece bekliyordu.
Bu, Kayra’nın hayatında ilk kez karşılaştığı bir sabırdı. O an anlamasa da yıllar sonra fark edecekti: Sabır, güvenin ilk adımıydı.
“Nerede?” diye sordu kısık sesle.
Şükran hafifçe gülümsedi. “Şurada, köşede bir yer var. Beraber yürüyebiliriz. Ama sen önde yürü, istersen mesafeyi koruyabilirsin.”
Kayra, gözlerini kıstı. O kadar alışmıştı ki biriyle yürürken omzuna yapışılmasına, kolundan tutulmasına, zorla yönlendirilmesine… Ama bu kadın, ona mesafe koyma hakkı tanıyordu. Beraber yürüdüler. Kayra biraz ileride, Şükran birkaç adım gerisinde… İlk kez biri ona böyle yaklaşmıştı. Çorbacıya vardıklarında Kayra masanın en köşesine oturdu, sırtını duvara yasladı. Kaçış yollarını görmek istiyordu. Şükran hiçbir şey sormadı. Sessizce çorbayı sipariş etti, önüne koydu ve kendi çayını karıştırmaya başladı.
“İsmini sormayacağım,” dedi Şükran. “Ama bil ki eğer kalacak bir yere ihtiyacın olursa, bu gece gidebileceğin bir yer var.”
Kayra, çorbasına bakıyordu. Kadın ondan hiçbir şey istemiyordu. Hikâyesini bile… Sadece varlığını kabul ediyordu.
O gece, Kayra hemen güvenmedi. Ama ilk kez, güvenmenin mümkün olabileceğini düşündü. Ve işte o düşünce, onun kurtuluşunun ilk adımı oldu…
İlk birkaç hafta Kayra için zordu. Gece yatağa girdiğinde hâlâ kaçmayı düşünüyordu. Şükran’ın iyi biri olduğuna inanmaya başlamıştı ama alışkanlıkları değişmiyordu. Güven, kelimelerle değil, zamanla inşa ediliyordu çünkü.
Şükran, Kayra’ya ne olduğunu hiç sormadı. Ona başka adımlar attı. Sabahları pencereyi açıp “Bugün hava güzel,” dedi mesela. Markete giderken “Bana eşlik etmek ister misin?” diye sordu. Hiçbir şey için zorlamadı. Kayra kabul etmekte dirense de.
Bir gün, Şükran masanın üzerine eski bir defter bıraktı. Defterin sayfaları biraz sararmıştı ama hâlâ sağlamdı.
“Senin için değil,” dedi gülümseyerek. “Benim için. Bazen içimi dökmem gerekiyor.”
Kayra deftere baktı. Şükran bir şey demeden mutfağa gitti. Kayra, sayfaları çevirdiğinde içinde Şükran’ın yazdığı kısa bir cümle gördü:
“Bazen en sessiz kelimeler en çok bağırır.”
Kayra defteri kapattı. İçinde garip bir his vardı. Yazmak… O çok eskiden yapardı bunu. Yetimhanedeyken, o karanlık odalarda, kendini yalnız hissettiğinde… Ama sonra o eve verildiğinde yazmayı bırakmıştı. Çünkü yazmak, hatırlamak demekti.
Hatırlamak istemiyordu.
Ama gece uyuyamadığında defteri tekrar eline aldı. Sayfalar boştu. Kalemi eline alıp almamak arasında gidip geldi. Ellerinin titrediğini fark etti. Ama sonunda kalemi kâğıda dokundurdu.
İlk kelimeyi yazdı. Sonra ikinciyi. Sonra bir cümle. “Kapılar bazen açılmaz. Bazen kilitleri başkası tutar.”
Ertesi sabah defteri yerine koydu. Şükran hiçbir şey söylemedi. Ama o hafta defterin üzerine bir kalem bıraktı. Kalemin kenarında küçük bir not vardı:
“Ne zaman istersen.”
Kayra, Şükran’ın kendisine yazması için baskı yapmadığını fark etti. O, sadece yazmasının mümkün olduğunu hatırlatıyordu.
Ve Kayra yazmaya devam etti. İlk başta tek cümlelerle. Sonra birkaç satır. Sonra, bir gece, durmaksızın yazdı. Bütün kelimeler içinde bir nehir gibi akıyordu.
Şükran defterin dolduğunu fark ettiğinde, Kayra’ya ilk kez doğrudan bir şey sordu:
“Bu hikâyeleri sadece kendin mi okuyacaksın, yoksa başkaları da duysun ister misin?”
Kayra gözlerini kaçırdı. “Bilmiyorum.”
Ama o an, içinde küçük bir ışık belirdi. Bir gün… Bir gün belki…
Yıllar geçti… Kayra, yazmaya devam etti. Hikâyeleri önce Şükran’ın küçük çevresinde paylaşıldı, sonra bir gazetecinin dikkatini çekti. Bir gün, büyük bir gazetede genç bir yazarın hikâyesi yayımlandı: “Sessiz Çığlık: Bir Kızın Karanlıktan Çıkış Hikâyesi.”
Bu yazıdan sonra, Kayra kendisi gibi olan çocuklardan mesajlar almaya başladı. “Ben de yaşadım.” diye yazanlar, “Nasıl kurtuldun?” diye soranlar… Onları gördüğünde içinde bir şey uyandı. Artık sadece kendisi için yazmıyordu.
Şükran ona baktığında gurur duyuyordu. Ama ikisi de biliyordu ki, geçmiş hâlâ peşlerini bırakmamıştı.
Bir gün, Kayra bir mahkeme haberine denk geldi. Haberde, bir istismar davasından bahsediliyordu. Adını gördü. O adam.
İçinde garip bir şey kıpırdadı. Midesi bulandı ama korkudan değildi. Artık değildi.
Kayra, Şükran’ın yanına gitti. “Onunla yüzleşmeliyim.” dedi.
Şükran başını salladı. “Bu senin savaşın, ama yalnız değilsin.”
Kayra, mahkemeye izleyici olarak gitti. Yıllar sonra mahkeme salonunun soğuk ışıkları altında onu ilk kez gördüğünde, içindeki korkunun yerini donuk bir şaşkınlık aldı. Yıllardır zihninde devleşen, kâbuslarını süsleyen o adam… Şimdi, karşısında oturan bu solgun yüzlü, kamburu çıkmış, gözlerinde eski gücünden eser kalmamış adam mıydı gerçekten?
Eskiden onu dehşete düşüren şey, adamın gölgelerden fırlayan sert bakışları, sigara ve ter kokusuna bulanmış nefesi, kapıyı kilitleyen tok sesi, bir duvar gibi üzerine yığılmaya hazır cüssesiydi. Çocukken o adam devasa bir kayalık gibi görünmüştü ona, kaçamayacağı bir hapishane. Ama şimdi?
Şimdi karşısındaki adam, ne kayalık ne de siyah bir duvardı. Bir zamanlar onu titreten gözler, yaşlı ve solgundu. Ellerini kavuşturmuş, omuzlarını hafifçe içeri çekmişti. Ceketinin yakası buruşmuş, yüzündeki derin çizgiler geçmişin izlerini taşıyordu. Eskiden koca bir karanlık gibi görünen adam, şimdi küçülmüştü, sıradanlaşmıştı, hatta zavallı görünüyordu.
Kayra fark etti ki, onu korkutan şey adamın fiziksel varlığı değilmiş; güçsüz bir çocuğun, sessizliğe mahkum edilmesiymiş.
Onu ilk tanıdığı zaman Kayra sadece 13 yaşındaydı, ne olduğunu bile anlayamayacak kadar küçüktü. O zamanlar adamın sesi bir celladın hükmü gibi gelirdi kulağına, “Kapıyı kapat,” dediğinde tüm dünya kararırdı. Ama şimdi, mahkemede yargıcın sesi yankılanırken adam başını eğdi. O, hâlâ kapıları kilitleyerek insanları hapsettiğini sanıyordu. Ama Kayra şimdi anlıyordu: Asıl mahkum, kendisiydi.Eskiden onun korkusundan beslenen adam, şimdi onun gözlerinin içine bakamıyordu. Kayra bu farkı hissettiğinde, içindeki çocukluğa dönüp bir şey fısıldadı:
“Bak, biz kazandık.”
Onunla yüzleşmeliydi. Duruşma sonrası, koridorda bekledi. Adam elleri kelepçeli, başı öne eğik şekilde çıkarılırken, Kayra derin bir nefes aldı. İçinde bir korku, bir öfke, ama en çok da yıllarca süren sessizliğini bozma isteği vardı.
Adam onu fark ettiğinde bir an duraksadı. Gözleri eski, hastalıklı bir kibirle kısıldı. Ama bu kez Kayra titremedi. Bu kez Kayra eğilmedi.
Adam tam yürümeye devam edecekken Kayra sesini yükseltti:
“Beni hatırlıyor musun?”
Adam başını çevirdi ama gözleri kaçamak bir ifade aldı.
Kayra bir adım yaklaştı, sesi tok ve netti. “Ben seni unutmamıştım. Ama senin artık hiçbir önemin yok.” Çünkü ben buradayım. Ayaktayım. Ve konuşuyorum.”
Adamın yüzü kızardı, bir şey söyleyecekmiş gibi açıldı ağzı ama Kayra ona artık daha fazla zaman vermeyecekti. Son bir kez baktı ve “Senin utancın benim yüküm değil.” dedi.
Ve arkasını dönüp yürüdü.
Şükran onu dışarıda bekliyordu. Gözlerinde gurur vardı.
Kayra derin bir nefes aldı ve gülümsedi. “Bitti.” dedi.
Şükran başını salladı. “Evet, ama sen yeni başlıyorsun.”
Sonra bir karar aldı. Hikâyesini daha yüksek sesle anlatacaktı.
Kayra artık sadece kendisi için yazmıyordu. Başka çocuklar için, korkularını yenmeye çalışan genç kızlar için yazıyordu. Kendi hikâyesini anlatmaktan korkmayan bir kadına dönüşmüştü.
Şükran’la birlikte bir vakıf kurdular. Şiddet gören, istismar edilen kız çocuklarına destek olmak için. Onlara güvenli bir yer sundular. Şükran geçmişin gölgesinde kalmamıştı, Kayra da… Artık başka çocuklar onların yanına geldiğinde, Kayra onlara bir defter uzatıyordu.
Ve bir not yazıyordu:
“Ne zaman istersen.”
O an Kayra’nın içinde büyük bir ağırlık yerinden sökülmüş gibiydi. Yıllarca boğazında düğüm olan kelimeler, artık onun boynunda bir zincir değildi.