Hafif bir rüzgâr saçlarımı yalıyor. Yanağımı ılık ılık okşuyor. Pardösüm, martılarla yarışırcasına havalanıyor. Martılar, havalanan pardösümün rengini tanıdık buluyor olmalı ki tepemde yavaş yavaş dönmeye başlıyorlar. Deniz kıskanç, kim bilir ne hainlik düşünüyor!
Çiftlikten yeni indim. Kuş sesleri arasında, dalların birbirine çarparken çıkardıkları zil sesli nağmeler ve kuzu seslerinin çıkardığı kemani sesler arasında keyifli bir sabah kahvaltısının ardından kalabalık ve gürültülü kent sokaklarına dönüş içimi bunalttı. Hiç sevmiyorum bu koca kenti. Birbirine yabancı yüzler, selamsız insanlar, yüzünde keder toplanmış yaşlı yaşlı insanlar, geleneksel oyunlarından bihaber gülmeyen çocuklar… Bu kenti sevmiyorum. Kuşların ötüşü bile korkulu. Bu kentin kuşları, çiftlikteki kuşlar gibi ötmüyor! Bunu anlamak istiyorum.
Sanırım ilkbahara henüz girdiğimiz haftanın sabahı… Hafif esen ılık bir rüzgâr var. Saçlarım havalanıyor ve bir sevgilinin dokunuşu gibi yanağımı ılık ılık yalayıp geçen bir esinti… Vapurların kalın sesleri sinirlerimi bozsa da bu kente yakışır buluyorum. Beğenmediğim ve sinirlerimi altüst eden her şey bu kente özgü. Gözlerimle dalgaları takip ediyorum. Kıyıya hırçın hırçın vuruşları üvey annenin dokunuşları gibi. Ağzından köpükler saçarak geliyor, kıyıya vurduktan sonra hızla geri dönüyor. Çok kızgın çok agresif. Atlayasım var suya. Ağzından köpükler saçarak gelirken karşılayıp tokatlayasım var.
Tepemde martılar uçuşurken bir elimde yüreğimdeki sürgün duygular, öteki elimde şarkıların nağmelerinde kalmış eski bir aşkın izleri. Aşk dokunduğu zaman pusulan şaşar ve bir ilkbahar günü şaşarsın. Martılar tepemde uçuşurken, aslında ne kadar saf ve masum olduklarını anladım. Yüreğimle dokundum o masumiyete. Hırçın, asi, inatçı ve hain denize inat, onların ne kadar ağırbaşlı ve sakin olduklarını gördüm. Bana yaklaşsalar onları öpüp okşayacağım. Denizin üzerinde nazlı nazlı uçuşuyorlar. Vapurlardan simit atanlara adeta teşekkür şarkıları söylüyorlar. Nazlı, umursamaz ve hayalperest bir Donkişotlukla salınarak süzülüyorlar. Bu koca kentle adeta alay eder gibi süzülüyorlar. Yavaşça alçalıyorlar, suyun içine gagalarını daldırıp sonra yeniden süzülüyorlar. Suya doğru alçalırken sanki dalacakmış gibi bir duyguya kapılıyorsunuz. Onlar bu aldatmacadan zevk alıyormuş gibi suya değmeden yeniden havalanıyorlar. Keyifli bir uçuş… Onları izlerken ben de keyif alıyorum. Deniz, ateşli bir küheylan gibi. Kendisine doğru yavaş yavaş alçalan martılara kızgın gibi. Onları yutacakmış gibi bir havaya giriyor. Fakat martılar zeki. Denizin hain ve alçak saldırılarına alışmışlar. Köpüklü dalgaların arasından maharetle çıkıyor ve denizi daha da kızdıran ve hırçınlaştıran bir çığlık atıyorlar. Denizle dalga geçtikleri aşikâr.
Ben, bu ruhsuz kentin ortasında yalnızlıktan bunalıyorum. Aşksız yaşamaya çalışıyorum. Sevgisiz, her gördüğüm güzele sadece tebessüm ediyorum. Kulağımı yalayarak geçen rüzgârın müziğinin tiz sesine gözlerimi çevirip bakıyorum: O müziğin nağmeleri arasında unuttuğum simalar var! Hiç yaşanmamış saydığım… Gözlerimi yeniden denizin kıyıyla hırçın kucaklaşmasına çeviriyorum. Yüzümde kimsenin anlayamayacağı ruhsuz bir hâl. Bu ruhsuz kentin ortasında insanların yüz hâlleri nasıl olabilir ki? Rüzgâra, denize, gökyüzüne ve sonra martılara birer selam gönderiyorum. Aslında bozuk olan ruh halimin biraz düzelmesine ve bu olaydan keyif almama neden olan bu dörtlüye gerçekten selam gönderiyorum. Denizin hırçın ve kızgın bir şekilde kıyıyla kucaklamasını izlerken, martıyı yakalayamayışından ne kadar ızdırap çektiğini tahmin etmeye çalışıyorum ve kendi kendime tebessüm ediyorum.
İçimden martılara karşı bir kıskançlık yeli esiyor. Rüzgâr, deniz, gökyüzü ve güneşle aşk oyunları oynarcasına özgürce uçuşuyorlar. Koca kente aldırmadan özgürce havada öpüşüyorlar. Denize söz vermiş bir yavuklu gibi yavaş yavaş süzülüyor, ondan alacağını aldıktan sonra gerisin geri şarkı söyleyerek dönüyorlar. Vapurların kalın ve iğreti sesleri bu hoş döngüyü bozamıyor.
Görevini unutmuş sarhoş gece bekçisi gibi limanın kuytu bir yerinde dikiliyorum. Bir elimde sürgün duygularım, öteki elimde senden kalmış iğreti bir aşka ait kırık plak şarkıları. Birden her yer siyah bir renge büründü. Akşamın ürkütücü ve gizemli karanlığına götüren yelkovan ve akrep bana dost mu, düşman mı, anlayamadım. Habersiz, sessiz sedasız geçip gitmişler!
İlkbahar dürtüsüyle içim yeşillenmiş. Ruhumda tomurcuklanan ve yavaş yavaş filizlenen tanımadığım bir bitki… İlkbahar duygularıyla içime çöreklenen rüzgâr, deniz, gökyüzü, martılar ve tabii sen. Birlikte gelip martı düşlerimle hayalimde canlandınız.
Buz tutmaya yakın parmaklarımı oynatıp elimi havaya kaldırdım. Belirsiz bir hoşça kal oynayışı parmaklarımda ve dudaklarımda ‘git’, gözlerimde ‘kal’ seli. Martıların sesinde sanki senin ayak seslerin. Kırgın el sallayışım yana düştü. Bir martı anlamış olmalı tepemde uçuyor. Sonra karanlıkta o da kayboldu.
Seni kar taneleri ile dövmek istiyorum. Bir elimde sürgün duygularım, öteki elimde seninle başlayıp seninle biten sessiz haykırışlarımın garip kitabı Anka Kuşu. Denizi sakinleştirmek ister gibi, kıyıyı dövmek üzere hırçın bir şekilde yaklaşırken elimdekileri onunla buluşturuyorum. Peşinden ben. Haini tokatlamak için…
Çelebi Öztürk
Cep Tel: 0507 763 63 73
e-mail: uzmaneditor@yandex.com
Bir cevap yazın